:::: MENU ::::

28 Ocak 2015 Çarşamba

   
Bir İslam Beytullah ERDİ geçti bu dünyadan. Taşlı yokuşlu ve uzun dar virajlı yollardan geldi geçti Ankara’ya. Yüreği insan sevgisi dolu, yüreği pamuk gibi yumuşak ve güneş gibi sıcaktı. Anlamadı veya anlamak istemedi zaten bu nitelikleri Şoven Bulgar Moskof uşağı Todor Jivkof Türk düşmanı.  Bu çark cani bir çarktı, Türkleri dişleri arasında ezdi.  Bu çarktan İslam Beytullah ERDİ hoca da geçti.
1930 yılında Razgrat ili (Bulgaristan)  Nasreddin (Bisertsi) köyünde gözlerini dünyaya açmıştı. İlk ve ortaokuldan sonra Razgrad Pedegoji okulundan mezundur. 1960 yılında Sliven ili Fileretoteovo            (Hamzalar) köyünde ilkokul Türkçe öğretmeni olarak göreve başladı. Daha sonra aynı ilin Sokalartsi (Doğancılar) köyünde ilkokul müdürlüğü yaptı. 1968 yılılnda kendi isteğiyle gazeteciliğe geçti. Sofya’da yayınlanan ‘’YENİ IŞIK’’ gazetesinin Sliven ve Burgaz illeri kadrolu Muhabir Gazeteci olarak kesintisiz 17 yıl çalıştı. Ta ki 1985 yılında Türk isimlerinin Slav-Bulgar adlarıyla değiştirilmesine karşı koyduğu için Sliven Emniyet Müdürlüğünde 35 gün sürgünden sonra Belene işkence kampına götürüldü. 1 yıl sonra buradan Sofya Genel Tahkikat Kampına götürüldü (sevkedildi). 1986 yılında Mihaylovgrad ilinin Doktor Yosifovo köyüne sürgün edildi. 1989 yılında sınır dışı edilince Türkiye Cumhuriyeti’ne sığındı.  Ankara da İngilizce öğretmenliği yaptı ve oradan da emekliliğini isteyerek ayrıldı.  Öykü, gezi yazıları, röportaj ve roman türü 20’nin üzerinde edebi eser sahibi oldu ve Bulgarca, Rusça ve İngilizce dillerine vakıftı. Komünist rejimin Türk soykırımı politikasını onaylamadığı için Belene, Sofya gizli servisi tahkikat hücrelerine dört sene tutulduktan sonra 08.06.1989’da Türkiye’ye sınır dışı edilmiştir. İslam Beytullah ERDİ Genel Tahkikat Dairesi binasında küçük bir hücre odasına (atarlar).  Penceresi bile olmayan bu hücre bir metal kafesi andıran, küçük watlı bir ampul ile ışıtılan bir oda imiş. Yalnız başına dört duvar arasında, soğukta gündüz mü gece mi olduğunu anlayamayacağı bir odada kalmanın zorluğunu yalnız çeken (yaşayan) bilir. Buna yalnız çok kuvvetli iradesi olanlar dayanabilir. Bu eziyeti çeken ERDİ bir gece duygularının sesini dile getirmek için bir şiir yazar:
    Büyük bir yapı
    Dört duvar içinde
    Yattığım bir koğuş,
   Hayalim,
   Demir parmaklı bir pencere
    Hava, güneş, bulutlar, kuşlar
    Çocuklar, özlemim…

   Ruhi baskı 10-15 gün kadar devam eder. Ardından sonu gelmeyen sorgulamalar başlar.  Bu hücrede 77 gün kaldıktan sonra, daha büyük bir hücreye değiştirilir. Burada bazen aylarca, bazen 4-5 günde bir başka tutuklularla beraber vakit geçirir. Bazı defa polis ajanları da yanına yerleştirilmiştir, sorgulamak için hiç görmediği uzun boylu, bıyıklı ve gözlüklü bir zatın odasına götürülür. Bu sorgu hakimi zile basıp iki kahve getirdikten sonra, samimiyet davranışlarıyla ‘’ dosyalarınızı inceledim, siz masum bir insansınız ve iyi bir gazetecisiniz. Ama sizin işinize değer veren olmamış ‘’ der ve ‘’ hangi Gazete’de çalışmak isterseniz oraya tayin ettireceğim.  Ulusal Televizyonu, ya da Sofya Radyosunu da seçebilirsin! İyi düşün, cevabını bekliyorum ! ‘’ der.
Erdi ise: ‘’ Ben Gazetecilikten merakımı ve ödülümü aldım. Buradan öte ömrümün sonuna kadar toplumsal ve siyasal işlerle uğraşmayacağıma vicdanım huzurunda yemin ettim diye cevap verir. ‘’ her şeye rağmen siz iyice düşünün. Karar verince hücredeki zile basın, sizi hemen yanıma getirirler. Bu fırsatı kaçırırsanız bilmem haliniz ne olur. Sonradan pişman olmayın! der ve hücreye gönderir .
ERDİ, bu teklifin düşünülecek bir yanı olmadığını, eğer kabul ederse ‘’Bulgar kökenli olduğumuzu yazması, konferanslar vermesi ‘’ isteneceğini bildiği için, vicdanını hiç zorlamadan reddeder.
   Ankara’da 2014 yılı Ocak ayında Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ölümünün birinci yılında Allahtan rahmet diler, ruhu şad olsun.
   Allaha emanet olun.


Eşref ÖZGÜR- AKDENİZ BALKAN TÜRKLERİ FEDERASYON BİLİM DANIŞMA KURULU ÜYESİ.

17 Ocak 2015 Cumartesi

  Tarih boyunca, Türk Milleti inişli çıkışlı yollardan geçmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Amaç,Türk milletini refaha ulaştırmak ve nesillere güzel şeyler sunmak olmuştur. Bu, insanoğlunun tabiatında varolan genel anlamda bir düşüncedir. Bu sebepten dolayıdır ki, aile biriminde daha net bir şekilde görülür. Eğer, aile içerisinde kaidelere uygun bir birlik ve beraberlik yoksa, önce huzur ortamı bozulur. Sonra fertler ayrı ayrı istikametlere dağılınca, aile düzeni diye  bir şey kalmaz. Daha sonrası malumdur.

 Ülkelerde de buna benzer bir şekilde işleyiş mevcuttur. Devlet yönetimi daha da geniş ve zorluğundan dolayı yasalarla idare edilir. Bu yasalara uyulması gerekli olurken, birlik ve beraberlik şarttır. Eğer tarih incelenirse görünen odur ki, bir çok güçlü devletin yıkılmasının sebebi söz  konusu faktörlerin bozulması neticesinde  olmuştur. Daha sonrasında ise, dengelerin bozulması itibarı ile parçalanmalar söz konusu olur. İşte burada sinsi güçlü devletler fırsatı ganimet bilerek, sözde “Demokrasi’yi” getireceklerini vaat ederek söz konusu olan ülkeye topuyla tüfeğiyle girerler. Yakın tarihte örnekleri çok; Yugoslavya,  Afganistan ve Irak ile yetinelim şimdilik.

  Bizim ülkemiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, batılı emperyalist güçlerin korkulu rüyası olmuştur KURTULUŞ SAVAŞI’NDA ve de sinsi güçlerin bugün tek hedefi birlik ve beraberliğimizi dinamitlemektir.
    Sonrası mı ?
  Atatürkçü ilke ve inkılapları en önce yok etmek gayeleri vardır. Çünkü, Türk milletinin  İstiklal Savaşı onların korkulu rüyası olmuştur da ondan. Çanakkale Destanı da dünyada bir şaheserdir ve Türk’ün gururudur…

  Osmanlı İmparatorluğu topraklarının kaybedilmesinin yegane sebeplerinden en önemlisi, sinsi güçlerin içimize sızmasıdır ve kardeşi kardeşe düşürmesi en etkili etken olmuştur.
   Bugün yine aynı senaryoyu ortaya koymak ister namertler. Türk-Kürt  ve diğer etnik kökenli vatandaşlarımızı ayrı  cephelere çekmek istemelerinin biricik sebebi budur sevgili okuyucularım.

  Türkiye Cumhuriyeti Devleti  “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyenlerin cennet vatanıdır. Bu gerçeği benimsemek demek, ülkemi seviyorum demektir… Türk, Kürt, Çerkez,Abaza hiç fark etmez!

  Sev ki, sevilesin. Sevilmek insanı en mutlu kılan bir değerdir. Bu vasıflar yok olursa, bilinmelidir ki, huzur elden gider, kavga başlar. Bu vesile ile bir kez daha hatırlatmak istiyorum. BİRLİK VE BERABERLİK ZAMANIDIR ŞİMDİ!
                        ***
   
Şair Şaban DEMİR’İN bir şiiri ile
veda ediyorum.

                
ÖZE DOĞRU

Ne zaman ki özümüzden koptuysak,
İki ara, bir derede kalmışız.
Yasa, töre, tepe tepe yürüdük
İki ara, bir derede kalmışız.

Bir zamanlar titrettirdim dünyayı,
Ada ada, dolaşırdık deryayı,
Şifa olur, kaldırırdık hastayı,
İki ara, bir derede kalmışız.

Üç soysuzun ardına verip gittik
Çağdaş olma yolunda, niyet tuttuk,
Yol varmadı, niyetleri unuttuk,
İki ara, bir derede kalmışız.

Teşhis, yanlış yapılınca, hep sorduk,
Çok inledik, çok sızladık ve gördük
Keltepenin yamaçlarında durduk,
İki ara, bir derede kalmışız.

Silkinerek, gelin şaha kalkalım,
Bizim olan meşaleyi yakalım,
Öze doğru, giden yola bakalım,
İki ara, bir derede kalmışız.

        Esen kalın.                                          

   İnsan yapısında ki negatif en olumsuz ve çirkin tarafı bencilliğidir (egoizm). Hele İslamiyet’in hüküm sürdüğü coğrafyalarda, oranı yüzde sıfıra yakın olması gerekir. Çünkü Müslüman alemi, hem dini açıdan, hem de kul hakkı bakımından daha da duyarlı olması lazım. Var olmaya her fertte bulunan olumsuz bir olgudur aslında. Belki de zerre kadar bulunmayan yeryüzünde bir kişi bulmak pek mümkün olamayacaktır. Bu sebepten olsa gerek, ilk çağlardan beri süregelen değişik coğrafyalarda ki savaşlar. Padişahlık için öz kardeşler arasında ölümüne çarpışmalara tarih bir çok kez şahitlik etmiştir. Ne acıdır ki, egoizm uğruna kaybedilen topraklar Osmanlı imparatorluğu döneminde bile olmuştur. Gazi Osman Paşa’nın  93 Harbinde, (Şipka Muharebesi - Plevne) Rus Çarı’nın karşısında mağlup olması bile, Süleyman Paşanın Egoist kaprislerinden dolayı meydana geldiğinin yorumunu yapanlar var. Acı, ama gerçekler böyle olunca, kaybedilen topraklar büyük bir kayıptır ve bugün batılı bazı kanı beş kuruş etmeyen milletlere el açar durumuna geldik. Türkün, Balkanlardan sürülmesi çok büyük bir kayıptır ve bir takım bencil düşüncelere  kapılan kumandanlar sayesinde maruz kalınmışsa, yazıklar olsun…
   20. yüzyılın cellat egoisti Stalin’dir, 25 milyon Müslüman Kafkas Türkünü katletmiştir. Hitler ise başta Yahudileri fırınlarda yaktı. Annesinin bile Yahudi asıllı olmasına rağmen, egoizm hastalığı bu faciayı işlemesine tek sebep olmuştur. Sırp kasabı Milosoviç, Balkan Türklerini per perişan etti ve 4 milyon kişi katledildi. Bulgar Devlet Başkan’ı, egoist Todor Jivkov (Sosyalist sistem içerisinde,1985- 89 yıllarında ) aleni bir şekilde Türk kıyımına ve asimilasyon uygulamasına geçmiştir. Uzak doğuda (Çin-Urumçi’de) Türk katliamının tek sebebi egoist – kızıl düşüncedir. Halbuki Karl Marks, yukarıda isimlerini zikretmiş olduğum Hitler hariç hepsinin teorisyen hocalarıdır. Şu çarpıklığa bir bakar mısınız ! Sosyalist sistemin yer yüzene, yani insanlığa adalet ve refah getireceğini iddia ederler. “Kişi gücü kadar çalışır, ihtiyacı kadar alır” teorisi üzerine dururlar. Pratikte hiç de böyle gelişmediğini canlı olarak bir çok ülkede gördük. Hem de bu egoist liderler kendi ülkelerinde hep ama hep Türklere karşı resmen birer Sırtlan oldular.
   “Bazı kişilerde, bunun bir iki adım daha ötesinde, kendini mutlak üstün ve eşsiz görme, hatta kendine “gaye insan” nazarıyla bakma, aptalca hüsnüzan ve teveccühlere takılarak bir görüntü sergileyebilmek için maskaralık diyebileceğimiz fantezilere girme ve “ben” merkezli bir dünya kurarak kendini anlatma, meziyetlerini sayıp dökme cinneti söz konusudur ki, bunu da muzaaf enaniyet anlamında “egosantrizm” sözcüğüyle ifadelendirebiliriz. Böyleleri her hadiseyi kendi bakış açılarına göre yorumlar, herhangi bir konuyu, onun enginliği ve derinliği çerçevesinde değil de, kendi egoizminin darlığı içinde ele alır, değerlendirir; sonra da, kendince çıkardığı hükümleri başkalarına da dayatmaya çalışır. Aslında, bu tipler kendi heva ve heveslerne öylesine kilitlidirler ki, kendisinden başkasını görmez / göremez, kendi hülyaları dışında hiçbir şey bilmez, bilmek de istemez ; kimseyi sevmez ve hayırla da yad etmezler. Kendilerini insani fazilet ve meziyetlerin merkezine oturttukları için her zaman redd-i müdahale hissiyle gergin ve kavgaya hazır bir halleri vardır. Hele bunların arasında nefsine aşık ve taparcasına ona bağlı bir kısım narsisler bulunmaktadır ki, bunlar tıpkı çocuklar gibi, gördükleri her nesneye sahip olmak ve başkalarına ait şeyleri elde etmek için sık sık onlarla kavgaya tutuşur ve mütemadi hır-gür çıkarırlar.” Bu bilgileri internetten yararlanarak temin ettim. Benim yazı başlığı olarak kullanmış olduğum “Bencillik bir hastalıktır” yorumum, doğrulanmış olmaktadır. Böylesi kişiler aramızda da her zaman  var!  Bu hastalık tedavi edilmediği taktirde, yaşamakta olduğumuz dünyayı  insanca yaşanır hale getirmek çok zor olacağını düşünmekteyim,
 Esen kalın.
Eşref ÖZGÜR- Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu Bilim Danışma Kurulu üyesi.         


    

    Tüm olumsuzluklara rağmen, hayat devam ediyor. Önemli olan insanın onurlu tutumudur, değil mi ? Kişiler işinin dâhilinde ve haricinde insan ilişkilerini insana yaraşır bir şekilde sürdürmesi gerekir. Her zaman fertler birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Madden yapılamayan bazı yardımların, en azından manen yapılması bile çok önemlidir ve karşıdaki kişiye karşı güler yüzlü olmaktan, kim ne kaybedecektir? Fani dünyadan her canlı gelip ömrünü tamamlayıp ebediyete göçecektir. Var mı bir başka izahatı?

 Orta yaş grubu içerisinde bulunanlar şöyle bir geriye dönüp baktıklarında atalarından ve yaşlı tanıdıklarından kimselerin kalmadığını görürler. Öyleyse er veya geç bu yolculuğun her kişi için son bulacağı kesindir. Buna rağmen çalışıp çabalamak ve hayat mücadelesini sürdürmek insanoğlunun (kul) insanlık borcudur. Yeni yetişen nesil bazı konularda duyarsız olduğu gibi, büyüklerine karşı da daha içten ve nezaketli olması gerekir. Hayatın akışı içerisinde kim ne kadar çok iyilik yaparsa, o nispette hem mutlu olur, hem de gönül rahatlığına kavuşur bence. Öyleyse elinden başka bir şey gelmezse bile, n’olur karşındakilere sen de gülümse !...      
                                                                                 *** 
 Deliorman doğumlu, merhum Şair Nurettin HAYKIRIŞ’ın  “Yılların Tüketemediği” Şiir kitabından bir şiiri Mersin ŞEHİR Gazetesi okuyucularına armağan olsun..

                                                                          SALTANAT

                                                                Yine akşam
                                                                Giyin kuşan karıcığım
                                                                Dolaşalım Bursa’yı
                                                                Ben bir şeyler konuşayım
                                                                Sen gülümse
                                                                Bizi öyle görenler
                                                                En mutlu çifti sansınlar kentin.
                                                                Gerçekten de mutlu muyuz?
                                                                Mutluyuz
                                                                Çocuklarımızın geleceğinden
                                                                Umutluyuz

                                                                Yine akşam
                                                                Hüzünlenme
                                                                Çiğnenmedi geldiğimiz yerlerden
                                                                Buralara getirdiğimiz töre
                                                                İçimiz gibi tertemiz üstümüz başımız
                                                                Karnımızın aç mı, tok mu?
                                                                Cebimizin boş olduğunu
                                                                Bilemez ki eller
                                                                Bu saltanata göre


                                                                                                                     Esen kalın.  
   Mersin Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği bundan 20 yıl önce kurulmuştu. Defalarca Olağan Genel Kurulları yapıldı. Son olarak da 13-12-2014 tarihinde Sağlık Mahallesi içerisinde bulunan Lokallerinde yaptılar. Dernek üyelerinin çoğunluğunun katılımı ile gerçekleştirilen seçimlere Akdeniz Balkan Türkleri Federasyon Başkanı Sayın Mükremin DUYGUN, Çukurova Bölgesi içerisinde ilk Balkan Türkleri Derneğini Adana/Yüreğir ilçesinde kuran Sayın Necati AĞAOĞLU da vardı. “SOYDAŞ” Bulgaristan Türk Göçmenleri yerlerinden sürgün edilirken sene 1989/1990 yıllarında Sayın AĞAOĞLU teşkilat çalışma prensibi ile kurmuş olduğu Derneğe üç dönem Başkanlık yapmıştır. Bu dönemde her türlü yardıma bizzat Dernek Başkanı Necati Bey önayak olmuştur. Bunlar unutulmamalıdır…
  Ayrıca Adana/Ceyhan Balkan Türkleri Dernek Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin BAYRAL, Kahramanmaraş Balkan Türkleri Dernek üyelerinden Sayın Mustafa Kaya GÜRLER Beyler de teşrif etmişlerdir.
    Divan Başkanlığına Mersin Balkan Türkleri Dernek ilk Başkanı ve kurucularından Sayın Ehliman KARAGÖZ getirildi. Yani halk arasında bir deyim vardır “Kendileri çaldı-kendileri oynadı” tarzında bir seçim yapıldı. Sürekli bir şekilde eski bir Dernek Başkanı olarak direktifi ve Dernek direksiyonunu bir türlü bırakmak istemeyen KARAGÖZ Bey, Mersin Balkan Türkleri Dernek camiasına yardımdan daha fazla zarar verdiği kanaati taşıyan üyelere katılmamak elde değil. Derneğin 1995 yılında 460 üyesi olup, aktif olarak katılanların sayısı Dernek Lokal Salonunda gözle görülüyordu. Daha sonraları yanlışlar peş peşe gelirken üyelerin gözünden kaçmadı ve yüzlerce Dernek üyesi devamsızlıktan veya üyelik aidatlarını bilerek ödemez olunca, bu üyeler ihraç edilmişlerdir. Derneklerde üye sayısının çok olması büyük önem taşır. Bugün Derneğin kayıt listesinde yalnız yüz kırk yedi kişi (147) mevcut. Böyle olunca da ahbap-çavuş ilişkisi tarzında gelişmeler yüzünden son dönemde Dernek Başkanı görevinden bir nevi feragat etmiş olarak kabul edilen Sayın Mesut ALTIN Bey, bir dizi de yenilikler getirmişti. Dernek binası arsası Toroslar Belediye Başkanı Sayın Hamit TUNA Bey tarafından tahsis edilmiştir. TEKNO-PARK LİMT. ŞİRKET ortaklarından Balkan Göçmeni çok değerli İş Adamı Sayın Orhan KAHVECİ Bey de buraya uygun bir şekilde Lokal Binası yapmıştır. Bizzat açılışta Sayın Hamit TUNA Bey, bir gerçeğin altını kısa konuşmasında usulca çizmiştir. Balkan Türkü’ne bazı önemli mesajlar verirken ‘TARİH ŞUURU’ ndan bahsettiler. Neden hala bazıları hep bildiğinin doğru olduğunu iddia ediyor. Zorlamayla bir yere varılmaz, acaba “Küçük olsun-bizim olsun” hesabı mı yapılıyor? Böylesi hesaplar sonucunda (büyük ihtimalle) Ankara, Göçmenlere Yardım Derneğinin yıllarca kapısı kilitli kaldı. Neyse ki daha sonra bu hatalara son vermek üzere gelen saygıdeğer çok kıymetli Dernek Başkanı Sayın Nurettin ÖZTÜRK Derneğin çalışmalarında yeniden Lokomotif görevinde bulundular…
   Gelelim Mersin Balkan Türklerine yine. Divan Başkanı ne demişlerse, eller havada “EVET” ler gecikmiyordu. Çünkü yukarıda bahsettiğim etkenler mevcut. Korkarım birkaç zaman sonra etraflarında kendilerinden başka kimse kalmaz. Aşığın (Ozan) biri elinde sazı ile köy köy gezermiş. Bir akşam bir köy odasında köylünün birisi sohbetten sonra biraz saz çalmasını istemiş. Aşık sazın teline bir dokunmuş ama, marifet yokmuş. Ayni köylü Aşığı kırmadan, el işareti ile “tamam yeter bu kadar” demek istemiş. AŞIK: Ne oldu beğenmediniz mi? Demiş. Köylü de, laftan beğendiklerini söylemiş. AŞIK: Dinleyin öyleyse demiş ve yine dokunmuş tellere başlamış sazını çalmaya. Biraz sonra yine o köylü durmasını işaret etmiş ve beğenmediklerini söylemiş. AŞIK: Gayet olgun bir tavırla, “dinleyin, size beğendirene kadar çalacağım” demiş ve sazına yine dokunmuş. Bir müddet sonra kafasını kaldırıp bir bakmış ki, köy odasında kendisinden başka hiç kimse kalmamış. Bırakmış sazını bir köşeye ve derin derin düşüncelere dalmış… Yorumu size bırakıyorum.
  Bu dönem(2014) Dernek Başkanlığına Sayın Hüseyin VATANSEVER getirildi. Soyadı gibi kendisi de çok sevilen bir kişiliğe sahip olması nedeni ile seçildiğinden kimsenin hiç şüphesi olamaz. Ufku ve yüreği çok geniş, İstanbul’da kurulmuş bulunan İLK Balkan Türkleri Derneği ve Yayın Organı TUNA Dergisi Mersin Temsilcisi olarak yıllarca görev üslenmişti. BALKAN TÜRKLERİ DERNEK  BAŞKAN KURUCUSU  ve İLK GENEL BAŞKANI Şair-Yazar-Araştırmacı Sayın Mehmet ÇAVUŞ Bey tarafından daha o zamanlar (VATANSEVER)  dikkat çekmişti. Bendeniz de TUNA Dergisi’ nin Yayın  Kurulu Üyesiydim ve Hüseyin beyle (Şimdi Mersin Dernek Başkanı) olağanüstü gayret sarf ederek camiamızın çok önemli bir yayın organını yaşatmak istiyorduk. Bu olumlu çabalarımıza rağmen, bize çelme takanlar kimler olduğunu ve sebebinin hazımsızlık olduğu bilinmekteydi. Bunun yanı sıra bizim organizemizle Mersin Balkan Türkleri Derneğinin bir yemeğine davet edilip katılan Sayın Mehmet ÇAVUŞ Bey, Mersin Balkan Türkleri DERNEK FAHRİ ÜYESİ PLAKETİ ile ödüllendirilmişti. Burada şunu belirtmekte fayda var, zaman zaman bazı kişilerin kılık değiştirip tilki postuna büründüğü görülmüştü. Rol yapanların, pozitif manada yükselmesi mümkün olmaz, sonra Balkan Türkü bunu yutmaz, böyle biline…  Mersin Balkan Türkleri Derneğinde sonunda Başkanlar birbirlerine Plaket takdim ettiler, bence burada Plaket hak edenlerden bir tanesi Akdeniz Balkan Türkleri Federasyon Başkanı Sayın Mükremin DUYGUN, çünkü Federasyon bünyesine yeni yeni dernekler kazandırmışlar ve Konfederasyon Başkan Yardımcılığına getirilmiştir. Diğer Başkan ise Sayın Mesut ALTIN’DIR. Çünkü, Mersin Balkan Türkleri Derneği onun Başkanlık döneminde Lokal sahibi olmuştur ve onurlu davranıp işine karışmak isteyenlere “Alın Derneğinizi” başınıza çalın dercesine gitmiştir. Yeni Dernek Başkanına başarılar temenni ederken, hazırcı kargalarına yem olmaktan kendini korumak için, temkinli olup ve tedbiri elden bırakmamak yetmez sevgili Başkan… Ötesini sen düşün… Dernek aidatı, cüzi ve sembolik olmalı, bazı üyelerin düşüncesini aldım. Sayın Ahmet DÜLGER, zaten tahminleri yürütmüştür ve gereğini açık ve net anlattı. İcraatlar size ait olacak. Kolay gelsin!  
Esen kalın.     Eşref ÖZGÜR-Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu Bilim Danışma Kurulu üyesi.


                TARİH - TÜRK MİLLETİ VE UFUKLAR…             (ÖZGÜRCE)

    Türk milleti, asırlarca hüküm sürdüğü coğrafyalardan kovuldu ve esarete düşen milyonlarca kardeşimiz, başka hiçbir millete yapılmayan insanlık dışı muamele ile hunharca katliamlara defalarca maruz kaldı. Bu bir kader midir veya birilerinin senaryosu mu?

   Söz konusu olan ülkeler de ev sahipliğinden kiracı durumuna düşürülen Türk Milleti, ne acıdır ki iftiralar ve asılsız suçlamalarla Batılı milletlerin “ Barbar” dedikleri statüye getirilmek istenmektedir. Türk milleti üç kıta topraklarında Osmanlı idaresinden önceleri de onlarca defa ülkeler kurmuş bulunduğunu tarih yazmaktadır. Avrupa kıtasına medeniyeti görünen atalarımız, tarihte 93 harbi olarak da bilinen (1877-1878) Rus-Türk savaşından sonra Anadolu’ya sürülmüştür.
  Stalin, Kafkas topraklarında Türk kardeşlerimizi perişan etti ve milyonlarca kardeşimizi katletti. Domuz vagonları ile Sibirya’ya sürülen masum Türk kanı taşıyan insanların suçu neydi hiç düşündüğünüz oldu mu? Tek suçları Türk olmaktı.
   Lenin’in talebeleri olarak bilinen ve Balkan yarımadasında eski Yugoslavya lideri Tito, Bulgaristan Başbakanı Georgi Dimitrof  (Sosyalizm idaresi sürerken) 1948 yılında, Deliorman Türk yöresinin payitahtı Şumnu’da Türk öğretmen ve Türk öğrencilerine :
   Tito:  ‘’Hocalar, nazarlarınızı Ankara’ya değil, Sofya ve Belgrad’la çevirin!.. Balkanlar’dan Osmanlıların izlerini sileceğiz.’’ Demişlerdi. Bu dönemde, Üsküplü Şuayip Abdülaziz Üsküp’te Yücel adlı bir dernek kurmuştu. Orada Türklüğü yaşamak istiyordu. “ İslam gibi din, Kur’an gibi kitap, Türkiye gibi devlet, Atatürk gibi devlet adamı yok” parolalarıydı…  Tito, derneği kapattı, Şuayip ve birkaç arkadaşını astılar. Şehitleri Allah rahmet eylesin!
   Dimitrof’un ülkesi Bulgaristan’da, Türk’ün başına gelen katliamların yeryüzünde hiçbir benzeri yoktur. “Beleme Adası” katliamı olarak tarih sayfalarına geçmiş bulunan soykırım, Devlet Başkanı JİVKOF tarafından uygulanmış ve emredilmiştir. Zağra Müftüsünün ve Tuna ile Balkan dağları boylarında bire bir Türkün yaşadıkları katliamlar insanın kanını dondurmaktadır. 1985 yılında asimilasyon uygulaması ve 350 bin Bulgaristan Türkünün 1989 yılında Türkiye Cumhuriyeti topraklarına Soydaş treni ile Kapıkule’den girmesine bütün dünya şahit oldu ve seyirci kalmıştır.
   Doğu Türkistan Urumçi kentinde (2009) Uygur Türklerine yapılan soykırım, Çin katliamının son perdesi olarak hafızalarda hala çok canlı canlıdır. Uygur Türk’ü dünyanın gözü önünde soykırıma maruz kalmıştır. Kendilerini uygar saydıkları Batılı devletler adeta bu olup bitenlere göz yummuştur. Uygur Türk’ü öz vatanında katledilirken, Birleşmiş Milletler seyirci kalmıştır…
   Türk Milleti’ne yapılan sinsi ve adice ablukalar, çok acıdır ki, hak ve hukuktan söz eden Batılı güçler tarafından kendi çıkarları uğruna masallarla uyutarak, insanca yaşama haklarını tanımıyor. Ayrıca Türkün dinini-dilini, kültürünü ve ekonomisini çökertmek için her yola başvurdukları tarih boyunca görülmüştür. Bu gün bir kalp gibi olmalıdır Türk Milleti. Türk demek, ırkını, milletini ve yurdunu seven demektir. Azim, irade, iman, ülkü, ve milli hedeflere koşmak demektir. “Ne mutlu Türk’üm diyene”   Eşref ÖZGÜR: AKDENİZ BALKAN TÜRKLERİ FEDERASYONU, BİLİM DANIŞMA KURULU ÜYESİ


Esen kalın.                                           

11 Ocak 2015 Pazar


 Bizim kuşak, Balkan yarımadası ülkelerinde çok sıkıntılı yıllar yaşadı. Sanat okulunda öğrencilik yıllarım 1969 /70 /71 yıllarında Bulgaristan’ın Şumnu ili Preslav (Eski İstanbulluk) ilçesinde geçti . Hem sosyalist sistemin baskısı, hem de Türklüğe yapılan asimile uygulama programları canımıza tak demişti. Bunların dışında ailemin ekonomik sıkıntısı rahat bir nefes almaya imkan vermiyordu. Bu sebeplerden dolayıdır ki, hem okumakta olduğum Yol Kuruculuğu Makine Teknik okulundan mezun olmam zaruretti, hem de Edebiyat tutkunluğum yüzünden bol kitap da okumam lazımdı diye düşünüyordum. Bu sebepten dolayı küçük kasabanın mini kütüphanesi benim en fazla uğradığım bir yerdi. Hatta ilk gitmeye başladığım zamanlar bazı yerli ve yabancı şair-yazarlardan Türkçe kitaplarda vardı. Çok zaman geçmedi Türkçe kitaplar raflardan kaldırıldı Yine de ben bu kütüphaneye gider beğendiğim kitapları alır okurdum. Türklüğüm ağır basardı her zaman, her kitapta bir Türk kokusu arardım. Mesela hiç unutmam Aziz NESİN’in  ben ilk kitabını Bulgarca olarak okumuştum. Bir hikaye kitabıydı bu ve bir hikayesinin ismi “Krastavata koza” ydı, yani Türkçesi “Gicikli Keçi”ydi…
    Bir gün Kütüphanede kitap seçerken  ATATÜRK isimli bir kitapla karşılaştım. Elim ayağım kesildi heyecandan, daha o zamana kadar bu büyük ve eşsiz Kumandan hakkında en ufak bir yazı okumamıştım. Çok kısıtlı olan bilgilerim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğuydu. Kitabı çok fazla karıştırıp okumadan, bir an evvel kütüphaneden ayrılmak istiyordum. Sebebine gelince, sanki birileri bu kitabı elimde görürse alacaklarını zannediyordum. Kütüphaneci orta yaşlarda çok güzel bir hanımdı. Kültürü, kelimeler ağzından bal gibi damla damla düşerken belli oluyordu…
    Sanat okulunda, Makine Teknik Resim hocamız Stoyanof bu hanımın yanına sık sık uğrardı ve sohbet ederlerdi. Zannedersem bacısı veya yakın bir akrabasıydı. Beni burada görürdü Hocam ve kütüphane kültürü gereği her halde ki, sessizce kaşla göz arasında bana bir selam ederdi. Zaten onun  dersinden de her zaman en yüksek (6) notum olurdu. Benim yayımlanan şiirlerim ve bazı kısa düz haber yazılarım, yarı Bulgarca ve Türkçe basılan İl  “ŞUMENSKA ZARE” gazetesinde yayımlandığını hocam bilirdi ve benimle iftihar ettiğini bazı konuşmalarıyla bana hissettirirdi…
   Neyse, konumdan uzaklaşmadan esas meseleye döneyim. Atatürk kitabını aldım ve hızlı adımlarla eve döndüm. Kitap hacimliydi ve büyük boydu. Yazarı Paruşkef PARUŞEV idi ve çok az bilgiler sunulmuştu kendisiyle ilgili. Kitabı baştan sona bir solukta o gece okudum, büyük ve Ulu Önderi en ince detayları ile anılarından bir demet sunmuştu Paruşev yazarımız. Gururlandım yerden göklere kadar. Bir de Atatürk’ü anlatan Hıristiyan asıllı bir yazar olunca sevincim bir kat daha artıyordu. Daha fazla Mustafa Kemal’in, Sofya’da Askeri Ateşe görevinde bulunduğu dönem hakkında anılara çok geniş yer verilmişti…

   Yıllar sonra, kitabın yazarı Paruşkef PARUŞEV hakkında yeni bilgiler edindim. Ulu önder M.K. Atatürk’e hayran kalan PARUŞEV, bir müddet Bulgaristan İstanbul Konsolos’luğunu yapan Gagavuz asıllı bir şahsiyetmiş. Dobra dobra anlatımı ve hayranlığı ile Atatürk sevdasının Türklüğünden ileri geldiği meydana çıkıverdi. Bu büyük ve eşsiz liderimiz ATATÜRK’Ü, sinsi güçlerin dışında bütün dünya takdir etmektedir. İşte bu sebeplerden dolayı sinsi dış ve iç düşmanlar da getirdiği yenilikleri hazmedemedikleri için, BOP projesi silahları ile bombardıman etmek isterler ama, 29 Ekim ve 10 Kasım 2012 tarihlerinde olumsuz tepki Ankara Anıtkabir’de kendilerine verilmiştir. Türklüğün büyük liderleri ALPARSLAN ve DEDEKORKUT’UN arasına resmedilen ATATÜRK, Ressam Embiya ÇAVUŞ tarafından bilinçli olarak çizilmiştir. Türk Milleti var olduğu müddetçe, ATATÜRK ve sevdası yaşayacaktır…      Esen kalın. 


4 Ocak 2015 Pazar


“BEN TÜRKÜYÜM” KİTABINA-M. Reşat ATA 

ÖNSÖZ

Bahar giydirir iken doğaya yeşili, beyazı, alı. Akdeniz’in incisi Mersin daha da bir güzel olur.Böyle anlarda bu dilber şehirde şairler, yazarlar da aşka gelir. Bir aşk ki bu duygularla yüklü derya deniz. Kanımca edebiyat emekçilerinin en büyük ilhamı da doğadır, bahardır, yardır ve dahası mı?

Sevgi, Saygı, Kardeşlik, Birlik, Beraberlik içinde geçmesi güzel olan yaşamdır.

İşte 2001 yılının Aralık ayı sonuna yaklaşırken zaman “ BEN TÜRKÜYÜM” adlı eseriyle Baharı müjdelercesine, insanlığa bir nebze daha katkıda bulunmak amacıyla duygu ve sevgi yüklü şiirlerini okurları ile paylaşmak istemiş, şair dostumuz.

Hele de Mehmet Reşat Ata’da bu özellik daha da belirgin ve duygusallıkla sarmaş dolaş olmuştur. Bu dördüncü kitabını iki bölüm olarak hazırlamıştır. “ BEN TÜRKÜYÜM” başlığı altında bir destan şeklinde bir çok şiiri ustaca birbirine bağlamış ve akıcı bir dille şiir severlere sunmuştur. Güneyin bu özgün şairi Mersin de geçen çocukluğunu ailesini ve komşuluk ilişkilerini yer-yer de gizlilik içerisinde kader ve kederi de işlemiştir. “Mama Teyze” diye hitap ettikleri Hıristiyan komşusunun esas adı sandıkları mamanın ismi değil, anne mamasından olması da ilginçtir. Bu dizeler bize Türk insanının azınlıklara karşı ailede aldıkları terbiyeyi çok güzel bir şekilde anlatır. Sanat bahçesine eli ile diktiği bir fidanı daha insanoğluna sunma sevinci ve gururuyla yeni ufuklara doğru yürümeye çok kararlı çocuklarına karşı duyduğu sevgiyi ve minnettarlığı şöyle ifade eder.

“Şiirin en güzeli size

Ben şiirlerimi serbest vezinle yazarım.

Sarı,yarı, darı gibi uydurmayı hiç sevmem

Sevda şiirlerini de pek beceremem

Sevdamı sevgimi utana sıkıla söylerim

En güzel sözlerim sizedir.

En güzel sensin kızım Hafize

En güzel sensin kızım Rabia

En güzel dizeler yalnız size

Ben babayım

Duyguların en güzelini sizlerle hissettim

Şiirin en güzeli size

Yalnız size!”

Yaratıcının tükenmeyen konusu insanlık, haksızlıklara baş kaldırmak ve özgürlüktür. Bu alanlarda birçok yeni eserler vereceğine inanarak “BEN TÜRKÜYÜM” adlı kitabın Türk okurlarına ve dünya insanlık ailesine hayırlı olsun diyorum. Başarılarının devamı dileğimle “ATABEY”e saygılar sunarım.

Eşref Özgür


14 Ağustos 2014 Perşembe


Balkan Türklerini başta Trakya olmakla beraber, Anadolu’nun her bölgesinde ve İl’inde bulmak mümkündür. Büyük bir bölümü “Muhacir” olarak Cumhuriyetimiz  kurulduktan sonra iskana tabi tutularak göç edip geldiler. Bir kısmı da 1968 / 78 antlaşması ile serbest göçmen olarak diledikleri yere göç edip yerleştiler. “Soydaş” göçmeni  diye adlandırdıklarımız ise, Kızıl Moskof  uşağı  Jivkof’un  (Bulgaristan) mezaliminden  ve asimilasyon uygulamalarından kaçıp gelenlerdir. “Soydaş” göçmenleri, “Mülteci” statüsünde göç edip gelenler dersek, hadise daha da doğru ve kolay anlaşılacaktır. Yani bu soydaşlarımız, asırlar önce Balkanlara  Anadolu ‘dan göç edip yerleşen Türklerdir. Daha da kısacası ,Trakya ve Anadolu Türklerinin akrabalarıdırlar…


   Balkan Türklerinin Anadolu’ya geri dönüşü (göçü) 1877 / 78 Türk – Rus savaşından sonra başlamıştır. “Şipka”  Muharebesi olarak tarihe çeçen bu kanlı savaş, bir yerde de  “93 Harbi” olarak bilinir. Savaş bittikten sonra  Plevne kahramanı Tokat doğumlu  Osman Paşa’ya “Gazi “ unvanı  verilmiş  ve Marş yazılmıştır. İki dörtlüğüne
bir göz atalım :                                                       

Kara deniz akmam diyor,
 Ben Tuna ‘ya bakmam diyor,
 Osman Paşa askeriyle ,
 Ben Plevne’den çıkmam diyor.                            

 Kılıcımı vurdum taşa,
 Taş yarıldı baştan başa,
 Yaşa yaşa Osman Paşa,
 Askerinle binler yaşa.                                     
…………………………
   Balkan Türklerinin ve bilakis Bulgaristan Türkünün  bu marş hafızasına en derin bir şekilde kazınmıştır. Bu sebeple Balkan Türkleri statüsündeki Bulgaristan Türkleri Gazi Osman Paşa’yı özbeöz kendilerinden birisi gibi bilirler. Balkan Türkleri, Türk Devlet adamlarına ve Paşalarına tarih boyunca saygı duymuşlardır. İşte bu gen bağları, Balkan Türklerini Türkiye Cumhuriyeti Devletine sımsıkı bağlamaktadır.

   Şubat ayı içerisinde Ceyhan Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür derneği yemekli bir gece düzenledi. Geceye ilgi büyüktü. Açılış konuşmasını Dernek Basın sorumlusu sayın Aydoğan Doğan yaptıktan sonra , Dernek Başkanı sayın Yusuf Özdemir kısa bir konuşma yaptı. Sırasıyla Ceyhan Belediye Başkanı sayın Hüseyin Sözlü, Ceyhan Kaymakamı sayın Ayhan Boyacı ve Balkan Türkleri Akdeniz Federasyon Başkanı sayın Necati Sultan’da önemli konuşmalar yaptılar. İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı Sayın Serdar Filiz beyler de geceye teşrif ettiler. Gecede çok önemli konuşmalar, Balkan Türklerinden bol bol alkış aldı. Sayın Hüseyin Sözlü Balkan Türklerinin  ve Türklüğün “Balkanlar” vatanıdır. “Balkan” sözcüğü Türkçe bir sözcük olduğunu vurguladılar. Bu hususta Türk Milletini yanıltmak gayretleri içerisinde olanları  eleştirdiler. Balkan Türkleri Derneğinin kurucu üyelerinden Tarihçi, Araştırmacı Yazar sayın Mecit Sağır beye “Alternatif” Gazetesi Yazı İşleri Müdürü  sayın Veysel Pulaşlı ‘nın yöneltiği sorular cevabını bulduğu kanısı taşımaktayım. Değerli Araştırmacı yazarımız bir eleştiri yapmışsa, bu demektir ki doğruları bulacağız. Eleştiriye veya tenkide açık olmak, Demokrasinin temel kuralıdır.  Aklıma gelen bir  hikayeyi anlatmak istiyorum. Ev sahibinin birisi gelen misafirlerini döver de öyle gönderirmiş. Bunu duyan bir kişi o eve misafir olmuş. Ne ikram edilmişse yemiş içmiş ve evden ayrılırken ev sahibine “Öğrenmek istediğim bir şey var. Siz gelen misafirlerinizi dövermişsiniz. Onu çok merak ettim” demiş. Bahçe kapısından sokağa çıkmış olan misafirini geri içeri almış ve iki tokat atmış ve demiş ki: “Ben işime karışanları dövüyorum.  Sen karışmadan gitmek üzereyken, sen de karıştın demiş”. Burada anlatılmak istenen konuyu zannedersem okuyucularım anlamıştır. Bu hususta yerden göğe kadar Araştırmacı yazarımız haklıdır diye düşünüyorum. Ama Türk milletinin bir de deyimi vardır, “Misafir umduğunu değil,bulduğunu yer.” diye. Bulgar kökenli davetli sanatçı İliya, bence de biraz haddini aştı. Herkes haddini bilmek mecburiyetindedir. Yorumu size bırakıyorum, sevgili Balkan Türkleri...
    Not: Bu yazı (makale) 17.04.2007 tarihinde İçel Ekspres Gazetesinde (Mersin) yayınlanmıştı. Bir iki düzeltme ve ilave ile  “Alternatif ” gazetesi okuyucularına da sunmayı uygun buldum. Saygılar sunarım efendim.

* Balkan Türkleri kimdir ? makalesi dizgi ve bir takım teknik sebeplerden dolayı  “Alternatif” gazetesinde eksik bir şekilde yayınlanmıştır. Okuyucularımızdan  özür dileyerek, doğru şeklini bir kez daha yayınlıyoruz efendim.
                                 
Esen kalın.

10 Ağustos 2014 Pazar

    AKDENİZ BALKAN TÜRKLERİ FEDERASYONU’NUN 5. OLAĞAN   
                                GENEL KURULU
                                                                       ÖZGÜRCE-Eşref ÖZGÜR

   AKDENİZ BALKAN TÜRKLERİ FEDERASYONU 13 Nisan 2014 Pazar günü Adana Balkan Türkleri Dernek Lokal Tesislerinin bulunduğu Yüreğir ilçesi Akıncılar Mahallesinde 5. Olağan Genel Kurulunu yapmıştır. Dernek binası ve bahçesi katılımcıların çoğunluğu nedeniyle bir arı sepetini andırdı. Uygar kişiliğe sahip üye ve delegeler bir arada Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği çatısı altında hoş bir seda bıraktı.
Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu önce Türk Şehitlerine saygı duruşunda bulundu ve İstiklal Marşımızı okudu, sonra da Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve tüm Şehitlerimizi anarak, rahmet dilediler.
Kongre aşağıdaki yazılı şekilde devam etti:
1.      Açılış ve yoklama
2.      Divan Başkanı ve iki adet divan üyesinin seçimi
3.      Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması
4.      Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu tüzüğünün 13. Maddesi, 25. Maddesi ve 54. Maddesi üzerinde değişiklik teklifinin görüşülmesi ve değişikliğin oylamaya sunulması
5.      Mevcut Yönetim Kurulu Başkanı Mükremin Duygun’un Yönetim Kurulu Faaliyet Raporunu okuması ve konuşması
6.      Misafirlerin konuşması, Yemek arası
7.      Yönetim Kurulu Raporunun okunması ve ibrası
8.      Yönetim, Denetleme, Kurulu asil ve yedek üyeleri, Konfederasyon Delegelerinin, Bilim Danışma Kurulu, Kadın Danışma Kurulu,  Gençlik Danışma Kurulu üyelerinin seçimi
9.      Dilek ve temenniler
10.  Kapanış
Akdeniz Balkan Türkleri Federasyon Başkanı Sayın Mükremin DUYGUN Bey, anlamlı ve doyurucu bilgiler içerikli konuşmasını yaptı. Balkan Türklerinin yaşadığı Mersin’in Tarsus ilçesinde, Adana’nın İmamoğlu ve Kozan ilçelerinde, Konya’nın Ereğli ilçesinde ve Isparta’da dernek kurulması çalışmalarına yardımcı olduklarını belirttiler. Ceyhan Belediye Başkanı Sayın Hüseyin SÖZLÜ ile işbirliği yapılarak Cihan Pehlivanımız yenilmez Koca Yusuf’un DELİORMAN Türk diyarında bulunan, Karalar köyünde (Bulgaristan) yıkılan evi yapılarak, çevre düzenlemesine başlanmış olduğunun altını çizdiler. ‘’Ceyhan Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği yönetim kurulu başkanı olarak, son günlerde en çok konuşulan konuyu size aktarayım. Ceyhan belediyesi (Yeni AKPli) Başkanı Alemdar Öztürk, 8 Nisan 2004 Salı günü, Ceyhan Balkan Türkleri derneğine kiraya verdikleri lokali derhal terk edin yazısı gönderdi hiçbir mazeret göstermeden. Kiraya konu olan yer Ceyhan Belediyesi encümeninin 27.03.2013 tarih ve 128 sayılı karar ile 04.04.2013 tarihinden başlamak üzere 04.04.2016 tarihine kadar olmak üzere 3 yıllık süre için tarafıma kiralanmıştır. Ayrıca 2014 yılı dönemine ait 1502,84 TL kira bedeli idare tarafından 04.04.2014 tarihinde tahsil edilmiştir. Bunun üzerine derneğimiz adına işlemleri takip eden Erol Gök kardeşimle birlikte Adana 2. İdare Mahkemesine giderek durumu aktardık ve onların gösterdiği yolu takip ederek yürütmeyi durdurmak için dilekçe vererek dava açtık. Yapılan işlem hukuk dışı olup tüm haklarımızı hukuk önünde sonuna kadar savunacağız…’’ sözleriyle konuşmasını bitirdiler.
Balkan Türklerini Kahreden Gece Yarısı Çıkartması
Ceyhan Mithat Paşa Mahallesi Taliha İşgüven Parkı’nda bulunan Balkan Türkleri Derneği lokalinden Ceyhan Belediyesi zabıtası tarafından 18.04.2014 gece saat 01.00 civarında eşyaları dışarı atılmıştır. Belediye başkanı Alemdar Öztürk’ün bu nezaket dışı hakareti bana ‘’adam olamazsın’’ hikâyesini hatırlattı. Oğluna adam olamazsın dediği için, oğlu evi terk eder gider. Gel git zaman git zaman derken, uzun yıllar sonra bu adamın evine jandarma başçavuşu gelir ve kendisini paşanın istediğini söyler ve apar topar alır götürür. Zavallı adam çok korkar ve evinde çırpınışlar içerisinde bıraktığı karısı da… Paşa kısa kısa konuşmalarından sonra yaşlı adama senin kaybola bir oğlu var mı, der. Evet, cevabını alınca, sen ona adam olamazsın derdin değil mi? der. Bak şimdi karşındaki bu oğlun paşa olmuştur der. Baba biraz rahatlar gibi olmuş ve demiş ki: ben sana paşa olamazsın demedim, adam olamazsın demiştim. Maalesef paşa olmuşsun ama adam yine olamamışsın der. Paşa, bir defa daha baltayı taşa vurduğunu anlar ama iş işten geçmiştir. Yaşlı babasının bacaklarına sarılmış ve kendini affetmesi için ne yapması gerektiğini ısrar edince, baba çok görkemli ve külliyeli bir cami yaptırmasını ister. Deliorman payitahtı olarak bilinen Şumnu şehrinde ‘’Tombul Cami’’ bu vesileyle yapılmıştır, balkanların en önemli camisi olarak ayakta durmakta ve İbadete açıktır.  Sevgili okurlarım ne anlatmak istediğimi anlamışlardır. Ceyhan Balkan Türkleri camiasının sevilen ağabeyi Sayın Hilmi Yılmaz (terzi) Beyin bir deyimi vardır: ‘’Biz halva demesini de helva demesini de biliriz…’’ BU HADİSEYİ KINIYORUZ. Bu günlerden 30 yıl önce, uzun bir çalışmalar sonucunda, Balkan Türkleri dernek temeli araştırmacı gazeteci yazar Sayın Mehmet Çavuş ve arkadaşları tarafından 1984 yılında İstanbul’da atılmıştır. On binlerce dernek içerisinde bir tek Balkan Türklerinin Derneği bir derneği o güne kadar yoktu. Hâlbuki Balkan Yarımadasından kovulan Balkan Türklerinin dayanışmaya en fazla ihtiyacı vardır. Amaç Balkan coğrafyasından gelen bu insanları bu dayanışma ve yardımlaşma içerisinde kültürlerini ve ananeyle geleneklerini göreneklerini sürdürmekten başka bir şey değildir. O tarihten bugüne kadar 36 ilde 9 federasyona bağlı 143 dernek kuruldu ve balkanlar nezdinde en büyük sivil toplum örgütü olan konfederasyonunu kurdular. Öz davalarını, T.C kanunlarına uygun bir şekilde sürdürmeye kararlıdırlar…
Esen kalın
Eşref Özgür – Akdeniz Balkan Türkleri Bilim Danışma Kurulu Üyesi
                    
                             



Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu 4. Olağanüstü Genel Kurul Kongresine 30 Haziran 2012 tarihinde bendenizde bir gazeteci olarak davet edildim. Adana Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Konferans salonunda yapılacağı için, Mersin’den Adana’ya trenle gittim. Gar’dan beni Ceyhan Balkan Türkleri Dernek Başkanı sayın Mükremin Duygun bey arabasıyla aldılar. Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu Genel Başkanı sayın Turhan Gençoğlu’da arabasındaydılar. Meğer Genel Başkanımızı da Adana Havaalanı’ndan alıp Kongreye gidiyorlarmış. Bizi tanıştırdı Mükremin bey, kısaca benim hakkımda bilgiler verdiler ve havadan sudan konuştuk. Turhan Gençoğlu, son derece cana yakınlığı ile kültürlü bir kişi edasıyla insanı cezbeden engin gönüllü bir kişiliğe sahip olduğuna şahit oldum. Yüksek tahsilini İngiltere’de okumuşlar. Babası merhum Mümin Geçoğlu’ndan bahsederken, çok ilgimi çekmiştir. Balkan Türklerine iyi hizmet edebilmek için işlerini değiştirmek zorunda kaldıklarının altını çizdiler. “Bizlerde, devletimizin ve milletimizin menfaatlerini daima  ön planda tutup çalışmalar yaparak, hemen her dönemde hükümetlerimize yardımcı olmaya özen içinde amaçları doğrultusunda birleşerek 36 İl’de, 9 Federasyon ve 143 dernekten, sizlerin kurdukları başarılı olan toplulukların bir araya gelmesiyle ülkemizde Balkanlar nezdinde en büyük Sivil Toplum Örgütü olan Konfederasyonumuz kurulmuştur ve yurdumuzun diğer illerinde de çalışmalarımız devam etmektedir. Balkan Türkü ülkemizin yüzde 40’nı teşkil etmektedir” dediler.
   Adana’nın Yüreğir İlçesi sınırları içerisinde bulunan Balkan Türkleri Derneğine vardığımızda, adeta küçük bir malikaneyle karşılaşmıştım sanki. Düzenli bahçesi yemyeşil ve oturaklar serpiştirilmiş muhtelif yerlere. Gruplar halinde sohbet eden dernek delegeleri ve üyelerini bal arısı peteğinde arılara benzettim. Gururlandım. Başkan Selahattin Kılıç’i tebrik ederim… Mersin Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği kurucusu ve ilk Başkanı sayın Ehliman Karagöz karşıladı beni ve yanında Dernek Yönetim Kurulu üyesi sayın Ahmet Atasoy, İsmet Alçı ve Hasan Sezer de vardı. Ehliman Karagöz, Balkan Rumeli Göçmenleri Federasyonu eski yönetim kurulu üyesidir. Mersin Balkan Türkleri camiasına çok emeği geçmiştir imkanlar dahilinde…
   Hazırlıklar tamamlanınca Kongrenin yapılacağı salona geçtik. Divan Başkanı sayın Salih Turhan Gürmeriç ve Hayri Gürsoy ile İsmail Yılmaz üye seçildiler. Saygı duruşundan sonra İstiklal marşımız okundu, Yönetim ve Denetim Kurulu raporları sunuldu. Eski Yönetim Kurulu Başkanı Mesut Başkır istifası için mazeretini açıkladı ve kabul gördü. Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu (B.R.G.K.) Genel Başkanı T. Gençoğlu bir konuşma yaptı:
          Sevgili Hemşerilerimiz,
              Camiamız için zaman ayırarak büyük özveri ile çalışan, Genel Başkanlık yapan Mesut Başkır ve Yönetim Kurulundaki arkadaşlara da vermiş oldukları değerli hizmetlerinden dolayı minnet ve şükranlarımızı sunmak istiyorum. Bugün yine herkesi kucaklayan, tüm kesimleri içine alan bir yönetimde seçilmek üzere olduğunu gözlemlemek ayrıca mutluluk kaynağımızdır. Birlik ve beraberlik içinde hepimizin taşın altına elimizi koyarak yardımcı olmamızın da gerekliliğini tekrar vurgulayarak, yeni seçilecek yönetime başarılar diler, kongremizin camiamıza ve ülkemize hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz eder, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım, temennisinde bulundular. Akdeniz Balkan Türkleri Federasyon  Genel Başkanı sayın Mükremin Duygun  oybirliği ile seçildiler. Kısa ve öz bir konuşma yaptı. Katılanlara teşekkür etti. Bendeniz de, kendilerine yeni görevinde başarılar dilerim. Balkan Türkleri camiasına hayırlı ve uğurlu olsun!..            Esen kalın.
Türk Milletinin ve İslam aleminin Ramazan Bayramı mübarek olsun!                                                                                             
“Koca Yusuf” kitabının yazarı Sayın Mecit Sağır Beydir. Bendeniz, bu araştırmacı yazarla , pehlivanlar diyarı Deliorman’da (Bulgaristan) doğup Anadolu’nun bereketli toprakları Çukurova’nın Yıldızı olarak bilinen Ceyhan’da tanışma fırsatı bulmuştum. Sene 2006, aylardan Nisan’dı. Genel olarak ben de tesadüflere inanmam. Fakat, bazen insanoğlu bu “tesadüfen” kelimesini gayri ihtiyari olarak kullanır. Ben ve Mecit ağabeyin tanışması da aynen tesadüfen oldu denecek niteliktedir.
   Nasıl mı ?
  Görev icabı Ceyhan’da bulunuyordum, DSİ’de görevliydim. Uzun yıllar DSİ ACO Müdürlük görevinde bulunan Sayın İbrahim Yalçın bey beni yanına istemişler. Odasına vardığımda “Gel seni bir hemşerinle tanıştırayım demişlerdi”. Çok merak etmiştim bu kişiyi kimdir diye. Çünkü İbrahim beyin ataları da Bulgaristan kökenliydi, her ne kadar kendisi ve babası dahi Ceyhan doğumlu olsalar da. Onlar uzun yıllardan beri tanışırlarmış, ben ise Ceyhan’a geleli daha neredeyse bir hafta bile olmamıştı. Mecit ağabeyin onun yanına gelmesi, benim hakkımda biraz da olsa bilgisi varmış anlaşılan. Çünkü ben ilk günlerde Balkan Türkleri Derneğini ziyaret etmiştim ve Dernek Başkanı Sn. Zaim Solak Beyle, Ceyhan Belediye Başkan Yardımcısı Sn. Mükremin Duygun beyin ziyaretine gitmiştik ve Dünyaca ünlü Deliorman kökenli Mücahit ressam sayın Embiya Çavuş’la tanıştık, hem de kişisel  “Bulgar Barbarlığı”nı veya Türk soykırımının derin izlerini yansıtan Resim sergisini de gezip görmüştüm. Sayın Başkan Yardımcısı muhterem insan Mükremin Bey, bana ressamın bir resim albümini imzalayarak hediye etmişlerdi. Bu bahsettiğim kıymetli insanların her biri Balkan Türkleri Dernekleri kapsamında, Balkanların her neresinden olursa olsun kişi, gereken yardımı yapmaktan başka , kendilerine bunu bir asli görev saymaktadırlar. Teşekkürler…

   Esas konuma dönüyorum, Koca Yusuf Cihan Pehlivanına ve yazarı Mecit ağabeye…Önsözde , Ceyhan Belediyesi Başkanlık Kültür Danışmanı ve Ceyhan Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanlığını yürüten Sayın Mükremin DUYGUN Bey’e aittir: Bazı paragrafları siz değerli okurlarıma aktarmayı uygun buldum. Mecit Sağır; tanıştığımızda iyi bir okuyucu ve iyi bir araştırmacı idi. Düzenlemiş olduğumuz Ceyhun’dan Ceyhan’a Sempozyumu hazırlıkları ile meşguldük. Sempozyumda Ceyhan’la ilgili hemen hemen her konu tartışılacaktı ancak yöremize yoğun bir şekilde iskan edilen ve gelişleri değişik tarihlere denk gelen  “Ceyhan’da yaşayan Balkan Türkleri konusunu anlatacak bir bilen olarak Mecit Sağır’ı önerdi Sempozyum Konseyi. Mecit Sağır’a görevi sunmak bana düşmüştü, büyük bir heyecanla ilettim kendisine mesajı; işte böyle başlamış oldu Koca Yusuf’u yazma serüveni.
  Kitapta Balkan Türklerinin kısa bir öyküsünü okuyacaksınız KOCA YUSUF’un şahsında bir milleti millet yapan özellikleri göreceksiniz bu kitapta ve sadakatin, vatanperverliğin, ahde vefanın, kadirşinaslığın kısacası bir TÜRK olmanın özelliklerini hissedeceksiniz. Bu eserinde Araştırmacı yazarımız, her şeyden önce, tarihe ışık tutmakta ve Koca Yusuf cihan pehlivanımızın bilinmeyen veya eksik bilinen yönlerini gün ışığına sunmaktır. Bir çok kaynaktan yararlanarak hatasız bir eser meydana getirmeyi amaç edinmiştir. Bu sebeplerden dolayı, 2009 yılında, beni de yanına alarak Deliorman yöresinde bulunan (Şumnu il’i-Bulgaristan) Koca Yusuf pehlivanımızın köyünü gidip gördük ve gezdik. Kendisinin sanata olan saygınlığı, ciddiyetinden bellidir. Yoksa böylesi bir çalışmaya giremeyeceği açık seçiktir. Bu aşk, çok ayrı bir aşktır. Yazarımızın  iyi niyeti ve gayreti, muhataplarına doğru bildiği bilgileri sunmaktır.
   Yaklaşık olarak beş yıl süre içerisinde (Ceyhan’da) Mecit ağabeyle sık sık görüştük, müthiş bir hafızaya sahip ve Balkan coğrafyası ile tarihine gönül vermiş ayrıcalık taşıyan bir özelliğe sahip araştırmacı yazardır. Hatta daha da önemli tarafı Güreş’e gönül vermiş olması ve yıllarca Kırk pınar müsabakalarını da takip etmiştir. Daha kitap tasarısı yok iken sene 2006 yılında Ceyhan “Alternatif” gazetesinde “GÜREŞ TÜRK’ÜN SEMBOLÜDÜR” başlığı altında kendisiyle bir Röportaj yapmıştım. Balkan göçmenleri tarafından bu yapıtım sevildi ve taktir edildi…

  Tekrar yazarımızın ellerine sağlık diler, yeni eserler vermesini temenni ederim ve Allah’tan sağlıklı uzun ömürler dilerim. Sanat yollarında yeni eserler vereceğine inanarak, gönülden uğurlar olsun demek istiyorum.