:::: MENU ::::

10 Ağustos 2014 Pazar

  
Bir ayrıcalıktır yaylacılık. Şehrin gürültüsünden ve betonlaşmış sokaklarından kurtulmak, adeta kafesten bırakılmış bir kuş misali özgür olmak bambaşka bir duygu. Bunu fiilen yaşama şansın varsa tam olarak anlatmak istediklerimi anlarsınız, yoksa pek mümkün olmaz her halde. Ben yine de çaba vermeye çalışacağım.Çukurova insanı yarım asır öncelerine kadar mayıs ayı sonlarında Toros’lara yaylalıklarına çıkarlarmış ve sonbaharın gelişi Ekim ayı sonuna kadar çam ormanlarının oksijenli havasından yararlanırlarmış. Tabi ki o zamanlar iş kaygısı, geçim kaygısı şimdiki gibi değilmiş anlatılanlara göre. Evin erkeği ekip biçmek gibi tarım işlerini köyüne gider halleder ve tekrar yaylasına geri gidermiş. Şimdi öyle mi? Her şey temelden değişti. Bir iş eline geçmişse onun nur nimet olduğunu, hayat mücadelesi gereği adeta taparcasına yakasına yapışmak durumu vakıf oldu milanyum geldi geleli. Ancak senelik izinde biraz kafa dinlendirirsin, çocuklarında ona keza sana ayak uydurmak mecburiyetindedirler. Yetişmiş çocukların varsa ayrıca bir başka tasa, kim onların kahvaltısını hazırlayacak ve işe kim uğurlayacak. Akşam iş dönüşü yine anne evin kapısı önünde beklemek mecburiyetinde hisseder kendini. Vesselam ne yaylaya hasret var, ne de yeni çağın yeniliğine. Fiyasko oldu herkesin işleri, pençesine aldı insanlığı sanayi dişlileri…  

10 Haziran 2014 Salı

Türk Milleti öğretmenlere karşı özel bir saygı besler. Zannedersem bu saygı tarihin derinliklerinden gelir. Belki daha da önemlisi,büyük önder M.K. Atatürk’ ün bile bu kutsal mesleği icra edenlere bu denli saygı ve sevgi duymasıdır. Her Türk bilir ki Türk Alfabesini icat eden yazan ve ilk öğretmenin ATATÜRK’ÜN kendisi olduğunu. 24 Kasım Öğretmenler günü (Bayramı) olarak kutlanmasını da kendileri istemişlerdir. Türk Milleti 1928  yılında kendi alfabesi ile gerçek  eğitime geçmiştir. Arap yazısı da yine dini açıdan önemini  korumuştur…

    Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu eşsiz Kumandan M.Kemal Paşa’nın işaret ettiği bir önemli nokta da, Asker Ordusu’nun kadar İrfan Ordusu’nun da önemidir. Çünkü ilim bilim çağında milletler en derin bilgi ve beceriyi kendi dillerinde öğrenebilirler. Belki Türk Milletinin yeterince hamle yapamamasında,Alfabe’mizin geçikmesi etkendir. Arap yazısı ve kültürü pozitif ilimlerde ufkumuzun açısını daraltmış  olabilir.

    Askeri Ordu, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet yaşatmak için varsa, İrfan Ordu’ su da medeniyet yolunda sönmez ışıktır  doğrusu. Bu ordu mensuplarına sevgi saygı ve selam olsun…

  ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN !

                      ÖĞRETMEN

             Saygıya değer,tıpkı ana,
             Öğretiyor her şeyi sana,
             Emeği sonsuz bu Vatana,
                Eli öpülesi Öğretmen.
                Bulmasın,üzmesin onu dert,
                Bilgiyi esirgemez, cömert,
                Üstelik naziktir,hem de mert,
                Eli öpülesi Öğretmen.

                 Kuvvetlidir eli ve kolu,
                 Öğretiyor hep doğru yolu,
                 Onun kalbi sevgiyle dolu,
                 Eli öpülesi ÖĞRETMEN…

                Not: ÖĞRETMEN şiiri “BABA NASİHATI”  Çocuk şiirleri kitabımdan alınmıştır

                                            Esen kalın.  





                         
  Türk Milleti bayramlarını çok ciddiye alır ve bütün inceliklerini yerine getirir. Bazı Balkan ülkelerinde asimilasyon ile  dinleri ve dilleri yok edilmek istenen yüz binlerce Türk ve Müslümanlığı seçmiş bazı kardeş milletler Ay-Yıldız sevdaları ile Türkiye Cumhuriyeti’ni tercih ettiler. Çünkü onların doğal hakkı olan, her nevi dini vecibelerini yerine getirmelerine pis ,şaşkın Hıristiyan menşeli Slavlar engel  oluyordu. Zaten hep Türk-Müslüman düşmanlığı sebebinden dolayı bu bölge  ülkelerinde nice Camii ve tarihi eser yakılıp yıkılmıştır. Bulgarları rahatsız eden husus İslam dininin özelliği olduğu gibi  güzelliğidir de. Birlik ve beraberliğin kalelerini yıkmakla,Türklük korkusunu yenmekti niyetleri. Ama pratikte hiç de öyle olmadı, bir nevi ülkelerini yıkmış oldu bu şaşkınlar. Bu konu üzerine bir misalle yetineceğim. Yalnız Bulgaristan’ın Başkenti Sofya’da Osmanlılar döneminde  yapılan 82 cami ve mescid’ten ayakta  kalan tek camii var. 1566 Yılında Seyfullah Efendi  tarafından yaptırılan bu cami ibadete açıktır.

   Ülkemizde ise her insan hür olup bir ayrı coşku ile dini bayramlarımızı da istediği şekilde kutlayabilmektedir. Bu konuda duyarlı olup bilakis Kurban  bayramlarında daha titiz ve itinalı bir şekilde temizliğe önem vermek gerekir. Bunun dışında da çevremizdeki fakir  kişileri göz ardı etmemek lazımdır. Bu bayramlarımızın en büyük özelliği ve güzelliği paylaşmak ve yardımlaşmaktır.

   Kurban bayramı ile öğrencilerin kış tatili bir araya geldi. Neşeleri sonsuz  çocuklarımızın. Hele karnelerinde kırık not da yoksa ne ala. Ama kırık notu olan öğrenci kardeşlerimiz de dert etmeyip, gelecek dönem için daha şimdiden ciddi  çalışmalara başlamaları lazım. Başarının anahtarı çalışmaktır.

   Aslında bu yazım biraz gecikti sevgili okurlarım, fakat anlatmak istediğim  konular hala geçerlidir. Bu sebeplerden  dolayı yayınlamaya karar verdim. Zaten benim tek amacım sizlere yardımcı olmaktır. İçel EKSPRES  ailesi olarak başka bir amacımız da yok zaten. Bir başka yazıda, başka bir konu ile   buluşmak üzere sevgi ve saygılarımı  sunarım.

Allah yardımcımız olsun.
 Esen kalın.                       



Türk Milleti, tarih boyunca insanlığın hizmetinde bulundu ve her zaman mazlumun yanında oldu. Çünkü Türk’e yakışanı bu olduğunun bilincindeydi. Asırlar boyunca hükmettiği topraklarda kendisine sığınanları ve azınlıkları bir baba şefkatiyle korumuştur, koruyacaktır. Türk demek, bir yerde de büyük demektir… Bununla beraber, genlerden gelen bir kudrettir kanımca, Allah’ın Türk’e  vermiş olduğu iman ve büyük güç ! Yoksa nasıl aşılırdı kıtalar ve asırlar. En önemli özelliklerimizden birisi de, baskı yapmamak ve daha da önemlisi hoşgörülü olmak ve kardeş milletlere  kendisini tercih ettirmek, yalnız ve yalnız Türk’e yakışır… Bundan olsa gerek,gerçek dostların dışında, her namert  Türk’ün düşmanıdır. Kim bilir ne kadarı da, korkusundan ağzını açamaz ?  İşte, bugün her şey ortada olmasına rağmen, tarihi şaşırtmak isteyenler meydanlarda. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”  ata sözünü boşuna söylememiş atalarımız.
  Gerçek şu ki,Türkler hiçbir zaman Ermeni katliamı yapmamıştır. Özellikle Ermeniler Osmanlı Devletini parçalamak kastı ile Hıntçak ve Taşnak teşkilatlarını kurdular. Bu teşkilatlar 1890 yılında Erzurum’da, 1892’de Kayseri’de,1896’da Van’da, 1903 yılında isyanlar yaptılar. 1.Dünya Savaşında ihtilaf devletlerine yardım ettiler ve Anadolu’da isyanlar çıkardılar. 1915 yılında Rusya’nın  Erzurum, Kars, Erzincan’ı işgali sırasında Rus ordusuna katılıp  Türk’ü arkadan vurdular. Doğu Anadolu’da on binlerce insanımızı çoluk, çocuk, yaşlı, kadın demeden vahşice katlettiler. Rus komutan Erzincan’da 800 kişinin toplu olarak Ermeniler tarafından katledilen insanlarımızın dramı belge niteliğinde yazmıştır. Daha sonra ASALA örgütü 34 diplomatımızı acımasızca katletmiştir. Azerbaycan Karabağ’da, Hocalı’da yine Ermeniler 600’den fazla masum kişiyi katlettiler. Ermenilerin işlediği katliamlar tarihi gerçek olarak ortada iken, sözde Ermeni soykırımının tasarısıyla Türk milletini tarih sayfalarına kara bir leke olarak geçirmek istemektedirler. Ermeniler tarafından şehit edilen Türk diplomatları ve yakınlarının listesi. 27 Ocak 1973: Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile yardımcısı Konsolos Bahadır Demir. 22 Ekim 1975: Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil makam odasında öldürüldü. 24 Ekim 1975: Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ve şoförü Talip Yener öldürüldüler. 16 Şubat 1976: Ermeniler Beyrut Büyükelçiliğimiz Başkatibi Oktay Cerit’i katlettiler. 9 Haziran 1977: Vatikan Büyükelçimiz Taha Carım iki Ermeni tarafından katledildi. 2 Haziran 1978: Mardin Büyükelçimiz Zeki Kuneralp’in eşi Necla Kuneralp ile emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve İspanyol şoför Madrid’de öldürdüler. 12 Ekim 1978: Lahey Büyükelçimiz Ö. Benler’in yetişkin oğlu Ahmet Benler öldürüldü. 22 Aralık 1979: Paris’teki Turizm Müşavirimiz Yılmaz Çolpan cadde ortasında öldürüldü. 31 Temmuz 1980: Atina Büyükelçiliğimiz idare ateşesi Galip Özmen ile kızı Neslihan Özmen öldürüldüler,Galip Özmen’in eşi ile oğlu yaralandılar.17 Aralık 1980: Sydney Başkonsolosumuz Şarık Arıyak ile koruma görevlisi Engin Sever, Ermeni katiller tarafından öldürüldüler. 4 Mart 1981 Paris Büyükelçimiz Çalışma Ataşesi  Reşat Moralı ile Din Görevlisi Tecelli Arı, Ermeni teröristlerce katledildiler. 9 Haziran 1981: Cenevre Başkonsolosluğumuz sekreteri Mehmet Yergüz öldürüldü. 24 Eylül 1981: Silahlı Ermeniler Paris Başkonsolosluğumuzu bastılar, Başkonsolos Kaya İnal’ı yaradılar ve koruma görevlisi Cemal Özen’ öldürdüler. 28 Ocak 1982: Los Angeles Başkonsolosumuz Kemal Arıkan Ermeni teröristlerce öldürüldü. 4 Mayıs 1982: Boston Fahri Konsolosumuz Orhan Gündüz Ermeniler tarafından katledildi. 7 Haziran 1982: Lizbon Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Erkut Akbay ve eşi Nadide Akbay, Ermeniler tarafından katledildiler. 7 Ağustos 1982: Ermeni teröristler Ankara Esenboğa Havaalanı’na saldırı düzenlediler,9 kişiyi öldürdüler, 72 kişiyi yaraladılar. 27 Ağustos 1982 : Ottava Büyükelçiliğimiz Hava Ataşesi Hv. Kurmay Albay Atilla Altıkat Ermenilerce öldürüldü. 9 Eylül 1982:  Bugaz Başkonsolosluğumuz İdari Ataşesi Bora Suelkan,evinin önünde Ermeni teröristlerce katledildi. 9 Mart 1983 :Belgrat Büyükelçimiz Galip Balkar Ermeniler tarafından öldürüldü. Şoförü Necati Kaya da yaralandı. 14 Mart 1983: Btüksel Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Dursun Aksoy öldürüldü  15 Temmuz 1983: Ermeni teröristler Orly Havaalanı’nda THY bürosu önünde bomba patlattılar: 8 kişiyi öldürdüler (4 Fransız, 2Türk, 1 Amerikalı, 1 İsveçli) 60 kadar insanı yaraladılar. 27 Temmuz 1983: Silahlı Ermeniler Lizbon Büyükelçiliğimizi bastılar ve Maslahatgüzar Yurtsev Mıhçıoğlu’nu yaraladılar ve eşi Cahide Mıhçıoğlu’nu öldürdüler. 28 Nisan 1984: Ermeniler Tahran Büyükelçiliğimiz sekreteri Şadiye Yönder’i yaraladılar ve eşi Işık Yönder’i öldürdüler. 20 Haziran 1984: Viyana Büyükelçiliğimiz Çalışma Müşaviri Erdoğan Özen öldürüldü. 19 Kasım 1984: Viyena Birleşmiş ofisinde Müdür Enver Ergun öldürüldü. 7 Ekim 1991: Atina Büyükelçiliği Basın Ataşe Yardımcısı Çetin Görgü öldürüldü. 11 Aralık 1993: Bağdat Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Çağlar Yücel öldürüldü ve Haberleşme Teknisyeni Hüseyin Kerimoğlu yaralandı. 4 Temmuz 1994: Atina Büyükelçiliğimiz Müsteşarı Ömer Haluk Sipahioğlu öldürüldü.

Dipnot: Balkanlar’da Türk Kültürü dergisi
Sayı 43; 2002 – Dr. Bilal N. Şimşir

 Esen kalın.           

27 Mayıs 2014 Salı

İnsanın doğasında hep ileriye bakmak ve güzele koşmak amacı vardır. Her insanın hayali ayrı bir dünyadır ki, bu dünyada tamı tamına hiç kimseninki ile tam olarak örtüşmez diye düşünürüm.
 Dünyanın fani oluşu, insanoğlunu belki mükemmele yöneltmiştir. Bilinçli yaşam  ve dünya nimetlerini en iyi bir şekilde  değerlendirmek, her ferdin de doğal   hakkıdır. Kişiler arasında rekabet veya  yarış her zaman şart olmuş ve de olması gerekir.

  Bu gerçekler dışında,“Ölenle ölünmez” deyimi  çok yerinde söylenmiş ve en acı bir vaka olmasına rağmen, teselliyi bu şekilde aramışızdır. Çünkü, her şeye  rağmen hayat devam edecektir. Bazı acı olayları, yani acı veren hadiseleri gayet  zor kabul edebiliyoruz ama, başka da  çaremiz yoktur. Gerçekleri veya olanları  kabul etmekten başka elimizden hiç bir şey gelmez !..

    Çok sevdiğim, saydığım insan  olarak da mükemmel çizgide bulunan , alçak gönüllü ve hoşgörüsü erişilmez boyutta olan bir ağabeyimin akrabalarından peşi peşine üç muhterem insan ebediyete göçtü. Bu vakayı nedense, bir türlü içine sindiremeyen ve kabullenemeyen değerli büyüğümü teselli etmek ne mümkün. Bir müddet şiirlerinin konusu bu oldu, yazdı, yazdı, yazdı…

  Şair kalbi çok duyarlıdır, belki bundan olsa gerek.

    ”Daha yapacak çok işleri  de vardı” gibi sözler etti.
     Kim işlerini tam  olarak bitirip de göçtü, dedim. ”Sen de haklısın” diyebildi.

  “Bir daha dünyaya gelsem, yapacağımı ben biliyorum” dediler.
   Haklısın (N.Ç.) hocam, ben sizi şimdi iyi anlıyorum galiba, dedim…

    Yaşamak bütün olumsuzluklara rağmen, çok güzel. Hele yarım kalmış işleri varsa kişilerin…, ölmek niye ki ?
Günahkar olmak bize asla yakışmaz, ne haddimize bizim hocam ?

    Mukadderat neyse, razı olmak boyun borcu. Adam olana yarım asır yeter, şu yirmi birinci asırda doğrusu…

   Çok yaşamak işe yarar mı ? Adam gibi yaşamak gerekir: ”Asırlarca koyun gibi yaşamak yerine, yarım asır Aslan gibi yaşamalı insan” diyordu bir tanıdığım.

     Saçma olan bir tarafı var mı? Galiba  doğru söylemiş bu tanıdığım kişi, yani ADAM GİBİ YAŞAMAK ÖNEMLİ !..



Esen kalın.   

26 Mayıs 2014 Pazartesi

BAŞARININ SIRRI ÇALIŞMAKTIR 
  İnsanoğlunun başarısı, çalışmakla eş değerdir. Yani çok çalışan çok, az çalışan az başarılı olur. Bu bir prensiptir aslında, genel  anlamda doğru orantıda olması gereken.
  Peki pratikte geçerli midir ?
   İnsan  yapısındaki nitelikler kişiden kişiye değiştiği için her zaman  doğru  orantıda olmayabiliyor. Çalışan ve üreten kesim  alın terinin karşılığını alamadığı    zaman hem haksızlık olur, hem  de   randıman düşer.  Bu konuya daha     geniş bir açıdan baktığımız zaman      bazı milletlerin kısa bir zaman  içerisinde ülkelerini bu bazda  ön    plana çıkarttıklarını görüyoruz. Bir misal vermek   gerekirse, Japon halkı    ve Almanlar… Her iki ülkenin de 2.Dünya  Savaşından sonra büyük hamleler yaptığına tanık olduk. Çok çalışmak  kaydıyla sanayi devi oldular. Diğer  bir taraftan da dünya ticaretine damga   vurdular. Yani kısacası, ekonomik anlamda bağımsızlıklarını kazandılar. Zaten ekonomi her şeyin başında gelir, halk arasında “Paran kadar  konuşursun” derler.
 Bu sebeplerden dolayı Türk Milleti daha da ciddi  çalışmalar yapması lazım. Bunu da yaparken devlet desteğinin maddi  ve manevi olarak şart olması gerekir. Burada en önemlisi planlamadır. Yani milli bir politika ve planlama yapılması lehte çıkar sağlayacaktır. Bu hususta en büyük engel enflasyon olmaktadır. Son yıllarda bunun makul rakamlara çekildiği  bir gerçektir. Bu mücadeleye herkes  katkı yapmalıdır. Paramızın YTL’ ye dönüştürülmesi ve sıfırların atılması ülkemiz için avantajlar sağlamıştır.  

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Sevgili Vatan gazetesi okuyucuları,

Mustafa Kemal ATATÜRK, yirminci asrın eşsiz, tartışılmaz lideridir. Türk Milleti’nin  kurtarıcısı ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurucusu olarak, Türk’ün şanlı tarihinin altın sayfalarına yazılmıştır. Bundan olsa gerek, Batılıların bitmek bilmeyen sinsi düşmanlıkları. Çünkü, Türkün İstiklal Savaşını hazmedemedikleri gibi,  yedi düvel düşmanın mağlup oluşunu içlerine sindiremiyorlar. Başta Balkan yarım adasında ikamet eden Türk yoğunluğu, sonra Kafkas coğrafyasında ve Uzak doğuda soydaşlarımızın mevcudiyeti ortak Türk düşmanlarının korkulu rüyası olmaktadır. Halbuki “Yurtta Barış-Dünyada Barış” şiarıyla Atatürk, dünya milletlerine mesajını net bir şekilde vermiştir.      

   19 Mayıs, önce “Gazi Günü” olarak kutlanmaya başlandı ve 1937 yılından sonra resmi tatil olarak kapsama alındı. Aynı zamanda Yurt düzeyinde Gençlik ve Spor Bayramı olarak resmen kutlanmaya başlandı. Daha sonra 1981 yılında “Atatürk’ü Anma” anlayışı da bu bayramla birlikte işlenmeye karar verildi. Böylece 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı oldu. Türk Milletinin büyük bayramlarından birisidir ve Atatürk’ün gençliğe bir armağanıdır.

  Ancak, Türk Milleti bu  bayramı kutlarken, geçit törenlerinden sonra, Atatürk İlke ve İnkılaplarını bir an bile aklından çıkarmamalıdır. Sinsi güçlerin tuzaklarına dikkat etmelidir. ”Bu milletin iktisadi yabancıların eline bırakılamaz” ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözleriyle, Atatürk
 neleri işaret ettiği açık ve seçiktir.

   Son yıllarda, AB uğruna tavizler vermemiz istenmektedir. İşte, Atatürk’ü  şimdi çok daha mükemmel anlamak , Türk Milletinin ve esas Türk gençliğinin olduğu gibi, siyasi liderlerin de biricik görevi olmalıdır diye düşünmekteyim.

   Kurtuluş Savaşında, imkansızı başaran büyük Kumandan Mustafa Kemal, bir çok ecnebi strateji uzmanının dikkatini ve de takdirini kazanmıştır. 19 Mayıs 1919’ dan  bu güne kadar 93 yıl geçmiş olmasına rağmen, hep o tekrarlanan nutuklar dışında, hamleler yapmaktan izole mi edilmişiz? Her ne sebeple olursa olsun, her alanda ilerleme kaydedilemediği zaman, zaman Türk Milletinin aleyhine işliyor demektir. Bu olumsuzlukları, içte ve dışta  olumsuz gelişmelere, ihanetlere  rağmen, Türk Milleti bu savaşta galip  gelecektir. 19 Mayıs, Atatürk’ü  Anma, Gençlik ve Spor Bayramı ilelebet  yaşayacaktır. Onu yıkmaya kimsenin asla ve asla gücü yetmez, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti, TÜRK GENÇLİĞİNE EMANETTİR !

  BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN !
 Sevgili kızlarım Deniz ve Neşe’linin doğum günlerini (19 Mayıs) kutlar, sağlık ve başarılar dilerim
EN GÜZEL GÜNLER SİZİN OLSUN EFENDİM !

Esen kalın.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

 
 
  “Çok yaşayan değil, çok gezen bilir”miş deyimi yerinde ve doğru söylenmiştir. Kısa mesafede sık sık yolculuklarım oldu .Bu esnada ilginç ve beni hayrete düşüren hadiseler hem şaşırttı, hem de düşünmeye sevk etti. Bendeniz, her zaman  seyahat etmesini seven bir kişiliğe sahibim. Bu genel anlamda her gazetecide vardır.Hele hele bir de yazarlık tarafınız da varsa, ele geçmez bir fırsatı yakalamış olursunuz…


   Bir de yolculuklarım daha fazla trenle oldu.Tren yolculuğu esnasında insanlarla temaslar daha kolay olmakta ve onlarca kişi ile konuşabilme şansını yakalarsınız. Zannedersem Mersin Adana arasında en fazla Tren seferlerinin yapıldığı bir yerdir. Bu bakımdan Çukurova’nın önemli iki İl’i arasında sıkı fıkı insan ilişkilerinin doruk bir  noktada olduğunun  da kanıtıdır…

  ÇUKUROVA bölgemiz yalnız ülkemizde değil,Türklükle ve onun muhteşem tarihi ile yakından ilgilenen her Türk ve yabancı uyruklu bilimsel araştırmacıların ve coğrafi ilgisi bulunan kişilerin ilgi duyduğu bir alan olmuştur. Çünkü bu bölgemizde geçmiş tarihin derin izleri canlı canlı hala günümüze ayna tutmaktadır.

  Çukurova denince önce Adana gelir bizim aklımıza. Sonra şüphe taşımaz Ceyhan  ilçesi ve batı istikametinde Tarsus ilçesi ve Akdeniz’in incisi de sayılan şirin Mersin  taç olur yüreğimizde…

   Yüce önder M.K.Atatürk “Bende bu Kurtuluş Savaşı’nın ilk hissi teşebbüsü, bu memlekette; bu güzel Adana’da doğmuştur “diye söylemiştir.Tarih 15 Mart 1923

  ÇUKUROVA KAHRAMANLARI başlığı altında, Ceyhan Belediyesi Kültür Hizmetleri tarafından yayımlanan yazar sayın Yusuf Delikoca’nın kitabını bana hediye eden Belediye Başkan Yardımcısı  sayın Mükremin Duygun beyi en içten duygularla selamlıyorum…
     
  SUNUŞ –başlığı altında Ceyhan Belediye  Başkanı sayın Hüseyin Sözlü, Çukurova Kahramanları kitabı hakkında yazdıkları bazı paragraflarda aynen şöyle:

  “Atalar yurdu Çukurova’nın tarihi kültürünün araştırılması, yazılması ve yayınlanması bizler için kutsal bir görevdir. Asırlardır Türk yurdu olan bu vatan topraklarının üzerinde yaşamak ve geleceğe güvenle bakabilmemiz için geçmişimizi de iyi bilmemiz gerekiyor. Bu coğrafyada yaşanan nice olaylar, savaşlar, felaketler ve hepsinden de önemlisi düşman işgali altında vatanı kaybetme  tehlikesinin yaşandığı günleri gelecek nesillere aktarabilmek Türk milletinin  vazgeçilmezlerindendir.
   Bugün üzerinde mutluluğu, coşkuyu ve heyecanı paylaştığımız bu topraklarda bir kurtuluş mücadelesi verildi. Sömürmeyi medeniyet zanneden Fransızlara ve Çukur- ova’da bir devlet kurmak için mezalim yapan Ermenilere karşı tüm dünya milletlerine örnek olacak bir mücadele sergilendi. Atalarımız vatan topraklarını düşman işgalinden kurtarmak için kanları,canları ve malları ile mücadele  ettiler.Yıllardır yapılan savaşlarda yenilgiye uğrayarak bitmiş ve tükenmiş  sandıkları bu millet,sönmüş sanılan ateş yığınının külleri arasında bir kor gibi parladı.Batılı güçlerin yaptıkları hesap Türk insanının çelik iradesine ve bağımsız- lık tutkusuna çarparak yerle bir oldu.

  Geçmişi hatırlamak ve ders almak geleceğe güvenle bakmamızı sağlar.Vatan topraklarının kutsallığını,bayrağımızın önemini,bu uğurda şehit düşenlerin destanlaşan kahramanlıklarını gelecek nesillerin bilgisine sunmak öncelikli görev- lerimiz arasındadır…” Bu kitap 250 sayfa içerikli, bilgi için telefonlar:0322 262 0015
Ve 05335732935;05052582124   
 
 

Esen kalın.

23 Nisan 2014 Çarşamba


  
Sevgili çocuklar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk bayramı münasebetiyle sizleri önce selamlar, sonra da bayramınızı en içten duygularla kutlarım. Bu büyük ve eşsiz bayramı armağan eden Ulu Önder ATATÜRK’Ü düşünün. Birçok sinsi batılı devletin Türk Milleti hakkında düşündüklerini anımsadıkça ben şahsen kahroluyorum.


  Türk Milleti barbar gösterilirken, bugün barbarlığın katmerlisini kendileri yapmaktadırlar. Bunun ötesinde çocuk ve masum insanları kendi çıkarları için katletmektedirler. İşte, Irak hadisesi canlı bir örnektir. Mesela Afganistan, şimdi de kim bilir hangi ülkeye sıra gelecektir. Benim size acizane bir tavsiyem olacak; bilinçlenmeniz. Eğer Türk Milleti olarak belirli prensipleri edinmemiz gecikirse işimiz zor.

   Ülkemizde anti-layık çalışmaları hat safhadadır. Batılılar öncülüğünde ve de içteki sinsi güçler birleşerek Türkün Anlı-şanlı Bayrağını ayaklar altına almaya çalışıyorsa, iş çığırından çıkmak üzere demektir. Türk çocuğu olarak sizler, Atatürk ilke ve inkılaplarına tam manasıyla sarılmanız gerekir. Her ne kadar ilim-bilim önem taşırsa da, önce Atatürk’ü anlamak Türk çocuğunun yegane hedefi olmalıdır.

   “BABA NASİHATI “ Çocuk şiirleri kitabımdan “YİRMİ ÜÇ NİSAN” şiiri siz çocuklara armağan olsun.
                                               
 
                                             YİRMİ ÜÇ NİSAN

                                             Özlü olsun sözleriniz,
                                             Temiz olsun özleriniz,
                                             Dünyanın her bir yanında,
                                             Gülmeli hep gözleriniz.

                                             Türk çocuğu sev atanı;
                                             Unutma şehit yatanı,
                                             Yaşamının her anında,
                                             Sevmelisin Vatanını.

                                             Günleriniz mutlu olsun,
                                             Kalpleriniz neşe dolsun,
                                             Memleketin her yanında,
                                             Bayramınız kutlu olsun !..
                                                                                           

Esen kalın
Uzun lafın kısası, 23 Nisan 2013’te Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 93.yılı kutlamalarında, her şey gözler önüne serilmiştir. Protokoller vatandaşın tepkisine birçok yerde yansıdı. Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI protesto edildi. “Bayrak nerede?” diye bağıran vatandaşlar “Mustafa KEMAL’in askerleriyiz” diye slogan attı. Çeşitli kentlerde de resmi törenlere gereken ilgiyi görevlilerin göstermemesi nedeniyle protestolar yaşandı. Mustafa Kemal ATATÜRK dünya devletleri arasında Türk çocuğuna armağan ettiği Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı aynı zamanda 23 Nisan 1920 yılında açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış tarihidir. Bu bayram ilelebet yaşayacaktır, çünkü Türk Milleti bu bayramına sahip çıktığını pratikte göstermiştir.  

   BDP Diyarbakır Millet Vekili Altan TAN zırvaladı ve Türk Milleti’nin Ulusal Egemenliğine  dil uzatıp, kinini kusmuştur. Ben şeriatçıyım diyerek, manevralar yapmıştır. Unutmasın ki, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Türkiye’si TBMM temsilcisi olduğunu. Böylelerine “Nankör “ demek az gelir. Saldırdığı KEMALİST yapı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve dünya Türkünün de sevdasıdır. Bu sevda, bazı sinsi iç ve dış düşmanların suratına tokat olacaktır. Türklüğün karakter yapısını Batılı düşmanlar zaten biliyorlar, çünkü Çanakkale ile Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvel düşmanı Mustafa Kemal Paşa, MEHMETÇİK’LE  denize dökmüştür. Fazla lafa gerek yok, tarihe bir baksınlar…

                                             MİLLİ ŞUUR-İRADE-SEBAT ÜÇGENİ                                                                                                                                                                                 
   Hayat dediğimiz ömür, dar, virajlı ve meşakkatli yollardan geçer. Bu yolun yolcusu olan insanoğlu, çocukluk çağından itibaren, önce ailesinde ve sonra eğitim vasıtasıyla bu yolda yürümeye hazırlanır. Yetişme esnasında çevre ve ortam çok etkilidir. Hiç şüphesiz, bu yol tehlikeler ve düşmanlarla da doludur.

   Sen hey genç kardeşim, bu yolda yürürken dikkat etmen en önemli unsur; Milli şuur ve irade ile sebat, seni bir ömür mutlu kılıp, başarıya götürecektir. Yani, saadet denen büyük servetin kapısını mutlaka açacaksın, açmalısın!

   Senin önüne çıkacak engelleri bir bir geçebilmen için yalnız irade ve sebat etmek dışında da, çok çalışmak en büyük hedefin olmalıdır!...Zaten önüne çıkacak olan engeller, senin esas hedefine ulaşmanda etken olacaktır. Düşmanların ise seni asıl hedefinden bertaraf etmek için uğraşacaklardır. İşte burada, unutma ki, başarının en büyük düşmanının tembellik olduğunu!

   Tembellik, disiplinsiz insanı çabuk tavlar, onu yolundan alır. Bunun için belirli planların her zaman olmalıdır. Bu planların, günlük, haftalık, aylık ve yıllık zaman dilimleri için yapılmalı ve harfiyen uygulanmalıdır. Planlarından seni yalnız ve yalnız düşmanların uzaklaştırmak isteyeceklerdir, asla bunu unutma!

   Kötü arkadaştan kendini korumalısın. Onun sinsi planlarına düşmemek için, bir an evvel ondan uzaklaşmalısın. Onun öğütleri seni, kendi yolundan alacaktır. Çünkü o senin başarılı çalışmalarından rahatsız olur, kıskanır. Şarlatanlıkla seni ahlak dışı yollara saptırmak için gece gündüz demeden uğraşacaktır. Tek çaren var, ilişkileri kesmek ve noktalamaktır!

   Dürüstlük ne pahasına olursa olsun, senin biricik servetin olmalıdır. Hiçbir başarı yoktur ki, yalan ve sinsilik üzerine kurulsun. Sahtekarlık ise, insanoğlunun yüz karasıdır. Bencillik de, bir hastalıktır, tedavisi uygarlıktan geçer. Bencil kişinin, canlılar arasında en tehlikeli bir cani olduğunu hiçbir zaman aklından çıkartma!

   Kısaca, düzen üzerine de yalnız birkaç cümle söylememe müsaade edersiniz her halde. Öyleyse şunu belle genç okuyucu kardeşim. Başarıya doğru giden yol, yani muvaffak olmanın şartları arasında, düzen de çok önem taşır. Düzensiz kişinin başarısı pek mümkün değildir. Düzenli kişinin elindedir başarının (muvaffakiyetin) anahtarı!

   Bütün bu mevzuların başında, insanı sevmek ve yaşama candan sarılmak şarttır, sevgili genç kardeşim !..

  Esen kalın.

  

           

  


      

8 Ocak 2014 Çarşamba


  
 Türk Milletinin en önemli özelliklerinden birisi mertliğidir. Mert insan da ikiyüzlü asla olamaz. Çünkü yapısında ki özelliklerle bağdaşamaz. Yani “Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol “ atasözü Türkün bağrından çıkmıştır. Ne yazık, üzülerek de olsa belirtmek gerekirse, bu özelliklerimiz büyük ölçüde zedelenmiştir. Kültür,anane ve göreneklerimizin bir çöküntüye doğru gittiğini görmekteyiz. Bunda en büyük etken kanımca batılı ülkelere özenmek olmuştur. Halbuki, Batı dünyası önce kültürümüze ve daha sonra da her yönde Türk Milletinin gidişatına zarar vermektedir. Bunu görmeye görüyoruz ama, bir türlü bu gidişata çare aranmıyor doğrusu.

   Gidişat böyle olunca da, başta gençlik gerekli olduğu gibi terbiye ve Türk ananelerinden gıdasını alamamaktadır. Bu hususta en başta iş öğretmenlere düşer kanısındayım.Öğretmen önce kültürümüzü, daha sonra da tarihimizi ve onur-gurur üzerine tahsil inşa etmelidir. Bu nitelikleri her şeyden önce tutmalıdır. Yoksa,Türk Milletinin yolu uçuruma doğru gider ve tamiratı mümkün olmayan kazaya yol açar !

  İkiyüzlülük, yukarıda yazdıklarımla paralel bir şekildedir,yani insani değerler ve Türk’e mahsus töreler alt-üst olduğu zaman,iş çöküntüye doğru yol alır. Onur ve gurur Türk Milletinin en hassas meselesi olması gerekir. Şanlı tarihimizden bu dersleri almamız gerekir. Yoksa Batılı milletler Türk Milletini uşağı yaparlar. Niyetleri de sanki bu…

   Her insanın dikkatini çeken olumsuz özel TV yayınları, çocukları ve gençlerimizi hem şiddete, hem de psikolojik bunalıma  götürmektedir. Buna rağmen bu gidişata yetkililer acaba neden son vermek istemiyorlar ? RTÜK bir takım önlemler alacaktı, ne oldu da pas geçildi acaba ? Karar alınıyor ama, uygulama yok.
 -Neden ?

  Türkçe’miz diller arasında en zengin dillerdendir. Asya’nın doğusundan doğu Avrupa’ya kadar uzanan çeşitli bölgelerde konuşulur. Bunun dışında da dünyanın dört bir yanına göç  eden Türk kardeşlerimiz var. Değişik bölgelerde değişik  lehçeler  olabiliyor. Fakat esas kök, Türk dili olunca bu bir zenginlik teşkil eder.Ülkemizde de yer yer değişik şiveler konuşulur. Bu da zaten dilimizin zenginliğini gösterir. Kelime açısından da Türkçe’miz  çok zengin. Böyle olunca da konuşma ve yazışma esnasında tercih ettiğimiz kelimeleri seçme şansımız var. “İnsanın doğası bir başka” başlığı altında yazmış olduğum bir makalemin  “doğa” kelimesini eleştiren sayın Süleyman Deveci bey efendi, “tabiat olsaydı daha iyi olurdu” dediler. Kesinlikle kendilerine katılıyorum. O şekilde yazsaydım olurdu. Fakat  “doğa ve tabiat” kelimeleri eş değer sözcüklerdir. Zaten ben hep şunu savunmuşumdur: Eleştiri veya tenkit olmalı. Yoksa güzele ve mükemmele gitmek imkansızdır. Karşılıklı saygı ve sevgi  içerisinde doğruları buluruz. Bundan benim hiç şüphem yok. Saygılar sunarım efendim…

 Esen kalın.

1 Ocak 2014 Çarşamba

YENİ YILDA YENİ UMUTLARLA…
İnsan yapısında ki en önemli unsur diğer canlılara göre düşünebilmesidir. Düşünmek ve planlı olmak kişiye birçok avantaj sağlar. Bu sebepten dolayı planlı ve programlı olmak her fert için avantajlar sağlar. Bir de Türk Milletinin teselli edici deyimleri ve ata sözleri bir çok dillerde olmayabilir. Bunda da Türk tarihinin derin izleri ve kültür bakımından farkı ortaya yansımaktadır. Atalarımız nice badirelerden geçerek, varlığını ve Türk kültürü ile anane ve göreneklerimizi yaşatmaya muvaffak olmuşlardır. En az yedi bin yıldan beri Türk tarihi ve töresi yer küresinde bilinmektedir. İnişli – çıkışlı sarp yollardan ve dar boğazlardan geçtiği bir gerçektir ve kaderin böylesi düşman başına, rahat bir nefes almasına hep birileri engel olmaya çalışmıştır. Buna rağmen varlığını ve  Ay-Yıldızlı Türk Bayrağını gönderde dalgalandırmasını başarmıştır. Modern Türkiye Cumhuriyeti Devletinin eşsiz önderi ve büyük Komutanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkün en müşkül bir zamanında bile yedi düvel düşmanla baş ederek derslerini vermiştir…
  “Ümit fakirin ekmeğidir, ye Memet ye…” diye boşuna söylenmemiştir. İşte 2013 yılı da artık geçmişte kaldı, yeni umutlarla 2014 yılı önce Türk Milletine ve “İZLEM” gazetesi okuyucusuna sonra da dünya insanlık alemine sıhhat, barış ve bol kazanç ile mutluluk getirmesini temenni ediyorum. Maalesef Ortadoğu coğrafyası üzerinde dönenen siyah bulutlar, Batılı Emperyalist güçlerin tetiklediği bir savaş senaryosundan başka bir şey değildir. Egoist isteklerini tatminden öteye,global dünyaya hakim olma sevdaları öteden beri mevcuttu. VARŞOVA paktı çözülünce bu söz konusu güçler bölgemizi  yakın markaja aldılar. Bir taraftan Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konurken, diğer taraftan da Kafkas ve Balkan ülkelerini bir takım cezp edici manevralarla NATO paktına yanaştırmak olmuştur. Bu projelerini kısmen de olsa gerçekleştirdiler. Şimdi projelerinin (kendileri için) daha da önemli kısmına hamleler yapmakta olduğunu bütün dünya alem seyretmektedir. Sırasıyla Irak, Libya, Mısır tamamlandı ve sıra Suriye’ye geldi ama burada bir başka projelerini bölge insanını birbirine düşürerek gerçekleştirmek isterler. Neresidir bu ülke? Tabi ki İran…
  Kolay lokma olmadığının farkında onlar da. Bu sebeplerden dolayı ortaya atılacak “harikiri” yapabilecek gönüllü adayın oltaya takılmasını bekliyorlar. Tutar mı ? Tutmaz ise, B planlarını harekete geçirmeye çalışacaklardır. O da olmazsa bu söz konusu ülkelere “Demokrasi” götürmek için ne gerekirse onu göze alır bu caniler. Başarıp başaramayacaklarını zaman gösterecektir…
   Ülkemizde de yeni bir senaryo üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. Bu senaryonun amacı hakkında düşünce yürüten siyasiler kendi çıkarları doğrultusunda karmakarışık manevralar içerisine girmişlerdir. Dış dünya ile ilişkilerin mevcut olduğunu savunanlara artı olarak görevlerinden alınan onlarca yetkili bunu doğrulamaya yeter. Ancak tarafsız olarak mesele incelenmeye gidilse bile yine de bir çıkmaz sokakta yol son buluyor kanısındayım. Devlet sırrı olacaktır, olmalıdır diye düşünenler zaman zaman karmaşaya düşmesi kadar da Milli şuur sahibi her Türk, iç ve dış kaynaklı sinsi tuzakların kurulmasına karşı gelmesi kadar doğal ne olabilir ki? Geri dönüp de yapılanlara bakılırsa, Türk’ü üzen o kadar çok hadise var ki… Hangisini saysak?
   Çark etmek diye bir şey varsa da, buradaki durum öyle olmasa gerek. Ayrı ayrı bölge ve yerlerde konuşma tarzları değişiyorsa, samimiyetten söz etmek olmaz diye düşünenler çoğunluktadır. Madem ki “Olduğu gibi görün- Göründüğün gibi ol” deyimini bir prensip olarak kabul etmişsek, manevralara gerek yoktur.
                                                                          ***
   Ecnebi asıllı bir önemli şahsiyet olan(Torsend), Mustafa KEMAL’e:
 “Siz Napolyon’a benziyorsunuz” der.
Mustafa KEMAL, bu benzetmeyi reddetti ve;
  “Napolyon, arkasına bir sürü, muhtelif milliyetteki insanları toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan, bir babadan gelen kardeşlerimle kendi Vatanımı kurtarmak davası yolundayım. Ve muhakkak ki muvaffak olacağım.” Cevabını verdi.
                                                                        ***
  “İZLEM” Gazetesi okuyucularımız Sayın Enver BOLAT ve Ömer SANDAL beylere selam eder, sorularının cevabını gelecek sayımızda cevaplamaya çalışacağım. Ayrıca okuyucularımız Sayın Hüseyin BOZKURT, İsmail YÜZGEÇ, Hüseyin GÜZELÇAY ve Merih ŞENER Beylere de selamlarımı sunarım efendim!
          Esen kalın.                                      

  

6 Aralık 2013 Cuma

Geçici görevle DSİ Ceyhan ACO Müdürlüğüne gönderilmiştim.Tarih 27 Mart 2006 günlerden Pazartesi. ACO Ceyhan Müdürü sayın Bekir Pehlivan beyefendi beni Makine Baş Mühendisi sayın Murat Yaren beyin emrine verdiler.Yeni Şefim Murat bey, beni dikkatli bir şekilde dinledikten sonra Elektrik haneye uygun buldular ve o bölüme işe verdiler. Ben pozisyon itibarı ile Pompa İstasyon Operatörü olarak uzun yıllardan beri DSİ Mersin Müdürlüğünde görev yapmıştım.Verilmiş olduğum işe yatkındı pozisyon durumum,çünkü bu pozisyonda çalışanların temelinde elektrikçi olmak şartı vardı.Elektrik ekibi her nevi elektrik arızalarını gidermekle meşgul olurdu.Değişik zamanlarda Kozan Barajından tutunda ,Mehmetli Barajı,Kadirli İşletmesi ve Yumurtalık DSİ kamp tesisleri ve Pompaj İstasyonlarına bakım ve arızaya gidiyorduk.Üç aylık geçici görev süreci sonrası beni eski iş yerine geri göndermeleri iş yeri yasalarında belirtilmiştir.Nitekim söz konusu olan tarih yaklaşırken bu sefer benim devamlı tayinimi yapmak suretiyle Mersin Şubesine geri dönüşümü engellediler ve DSİ ACO Ceyhan Müdürlüğünde çalışmaya mecburi bırakıldım.Her ne kadar iş kanunlarına uygun yapılmışsa da bu tayin, vicdan muhasebesi yapıldığında şahsıma yapılan bir haksızlıktı.Çünkü beni evimden ve çocuklarımdan ayırıp sürgüne göndermek yatıyordu temelinde.”Başa gelen çekilir” deyimine dayanarak sineye çektim bu olumsuzluğu ve DSİ misafirhanesinde konaklamak şartı ile çalışmalarıma devam ettim ve de etmekteyim.


Günler gelip geçerken,bir gün ikindin vakti arazide ki görevimizden dönmüştük.Şoförler odası yanında bir hayli kalabalık olan mesai arkadaşlarımızdan Baş Şoför sayın Serdar Aktaş ve yardımcısı sayın Yafes Topbaş ve değişik meslek gruplarında çalışan arkadaşlardan sayın Zahit Kaypak,Sefa Çatal,Ali Ilgın,Fehmi Bilge,Arif Sedenler ile daha isimlerini burada sayamadığım birçok arkadaşım can kulağıyla bir konuşanı dinlediklerine şahit oldum.Ben de bir kenara sandalye çekip oturdum ve dinlemeye koyuldum.Konuşanın muazzam bir anlatımı vardı.Temiz Türkçe’si hem cezp edici hem de doyurucu bir nitelikteydi.Konuşanın kim olduğunu bir arkadaşımdan sordum,  “Sayın Muharrem Çakmak” dediler ,DSİ 6.Bölge Müdürlüğü Makine İkmal Müdürü iken  emekliliğe ayrılmış.İlgim daha da artmıştı,çünkü gıyabında çok bilgi sahibiydim.Prensipli,çalışkan ve dürüst kişiliği bütün camia içerisinde anlatılırdı.Konuşmasında hayatın içerisinde ki ve bürokrasinin çelişkili yönlerinden örnekler sunuyordu. Kısa ve özet olarak bir takım hatalardan dolayı verimin yetersizliğinden dem vuruyorlardı.En önemlisi de kişiler arasında  inatlaşmaların ülkemizin aleyhine olduğuna inanıyorlardı.Bu esnada çaylarda içilmişti. Konuşmasını tamamlayınca da tek tek vedalaştı ve sıra bana gelmişti ki elimi uzattım ve “Sizi tanımış olmaktan çok memnun oldum” dedim.Arkadaşlardan kısaca beni tanıtanlar oldu ama yetersiz bir şekildeydi.Eski Müdürümüz de memnuniyetini dile getirdiler ve aramızdan ayrılıp gittiler…

   Yine bir gün Yüksek Ziraat  Mühendisi sayın Süleyman Deveci beyin odasında karşılaşmıştık.Süleyman bey kendisine kısaca beni tanıttı.Söz arasında tanıştığımızdan bahsetseler de ben yeterli bulmadığım için müsaade isteyerek kendimi daha geniş bir şekilde tanıttım.Zannedersem aylardan Temmuz’du.Çok memnun olduklarını söylediler.Bilhassa edebiyatla uğraştığımı ve “İçel EKSPRES” adında bir günlük yerel gazetede köşe yazıları da yazdığımdan dolayı beni kutladılar.Daha sonraki günlerde yeğeni olan sayın Cengiz Çakmak mesai arkadaşım tarafından kendilerine yayınlanmış olan Çocuk şiirleri kitabım “Baba Nasihatı ve Gün Gelince” öykü kitabımı hediye olarak imzaladım ve kendilerine gönderdim.Kendileri de bana bir hatıra olarak cam çerçeve hediye ettiler;İçerisinde  “Muhacir diye küçümsenenler,tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar,yani “Düşmanla sonuna kadar dövüşenler” çekilen ordunun ri’cat hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir.
                                 Muhacirler,kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.
                                                                                                                               M.K.Atatürk
                                                                                                                                17.01.1931
  Adana Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği
Tel.Fax: (0-322) 3220045
  Ben Balkan kökenli olduğum için, bu hediyelerini bana uygun bulmuşlar,ben de bu kıymetli hediyeyi çalışma ofisimin en güzel yerine astım. Allah kendilerinden razı olsun !...
Not: Ceyhan anılarımı zaman zaman siz değerli okuyucularıma yazmaya devam edeceğim.                                                                                                                        

Esen kalın.

9 Ekim 2013 Çarşamba


  
Hayat denince, önce canlılar gelir bizim aklımıza. Canlılar arasından da  evvela insan gelir. İnsan doğar, büyür ,yaşar ve ölür. Kısacası bu evreler canlılar için bir genel yol çizelgesidir bence. Alın yazısı veya mukadderat vardır elbet. Her kişi kendi hayatına belli düzen ve istikamet verse bile, hayat şeceresini değiştirmesi pek mümkün değildir. Yine de doğuştan ölüme kadar uzanan yolda, insanoğlu bir gaye ve başarılar peşinde koşması gayet  doğaldır. Verilen emekle eş değerde olur başarı da. Yani, çok veren çok alır kendi  payına düşeni. Bundan dolayıdır ki, her insan kendi yolunu kendi çizer derler halk arasında. Değişik meslek grupları arasında taktire layık birçok kişiler var.
Bunlar arasında sessizce mücadele eden
beyaz önlüklüler var;

          HAYAT VEREN ELLER

    Hayatın içerisinde ki, stres ve ağır şartları günümüz insanını olumsuz etkilediği acı bir gerçektir. Bunlara maruz kalan kişiler değişik boyutta ve türde rahatsızlıklarla karşılaşırlar. İşte bu esnada karşımıza ”Hayat Veren Eller “ çıkıverir. Bu onurlu ve gururlu TIP  Neferleri gece gündüz demeden insana hayat verme çabasından başka da hiçbir şey düşünmezler. Onlar için en kutsal olanı, insanı hayata çevirmektir ve de yaşatmaktır.
  
    Mersinimizde en etkili ve teşekküllü Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi taktire değerdir. Başta Sayın Rektör Uğur Oral ve tüm Doktorlar ile personeli bu zincirin altın halkalarını oluştururlar. 8 Eylül 2005 tarihinde başarılı bir Koroner Arter (Anjo) operasyonu geçirdim ve Doçent Dr.Oben Döven ile Dr.Ezgi Mert Yaşa  sayelerinde sağlığıma geri kavuştum. Bir Üniversite Tıp Fakültesi Hastanesi için yakışanı da bu olsa gerek. Tedavi son derece mükemmel, temizlik ona keza, yemekler de öyle. Kardiyoloji Anabilim Dalı çalışanlarına candan teşekkürler !..

 Sayın Dr.Ezgi Mert Yaşa hanım efendiye saygılarımı sunarım. Başarılar ve ufuklar sizin olsun !..
 
 

Esen kalın.

5 Eylül 2013 Perşembe


Zaman zaman düşünürüm de, sanki her şey bir boş gibi ve içimden ‘aman boş ver’demek geçiverir. Bazen de insanoğlunun kaydettiği başarılar beni çok mutlu kılar ve insanlık adına göğsüm kabarır. Hele de Türk’e aitse bu başarı başım sanki göklere değecekmiş gibi gelir bana. İş’te böyle anlarda müthiş bir duygu alır beni benden ve götürür bir başka dünyalara.

  Öyle meslekler vardır ki, icra edenleri çok yorar ve riske atar, fakat kutsal’dırlar. Çünkü insana mukaddes hizmet eden bu meslekler, sıradan mesleklere asla hiç benzemezler. Bunlardan bir tanesi Tıp doktorluğudur.   

   Doktor olmak her babayiğidin işi olamaz. Çünkü geceli gündüzlü uzun yıllar canla başla çalışma ister. Bunun da dışında insanı seveceksin önce. Din, dil, ırk ve renk fark etmeksizin hizmet edeceksin. Mesaisi iş yerinle sınırlı değil, hatta ve hatta gecesi gündüzü de yok bu işin.

    29 Eylül 2006 günü saat 10.00’da  Adana – Mersin seferini yapan tren’de yolculuk yapıyordum. Bulunduğum kompartımanın bir öndekiyle arasında ki ara kapıları açıktı ve o öndeki kompartımandan bir telaşla sesler yükselmişti. Olay yerine merakla gittiğimde yaşlı bir adamın koltuklara yatırıldığını ve genç bir kişinin yatan adamın kalbi üzerinde hareketler yaptığını gördüm. Neler olduğunu sormadan evvel acı durum kendini göstermişti. Bir iki dakika sonra yaşlı adam kapalı olan gözlerini açtı ve etraftakileri rahatlatmıştı.

   Öğretmen olduğunu sonradan öğrenmiş olduğum bir bayan olayın yakın sanığı olmuş. Bir hayli yaşı ilerlemiş olan sayın Abdurahman Özdemir isminde ki kişi kalp krizi geçirmiş. Hasta   koltuğuna yığılınca hoca hanım diğer yolculardan yardım istemiş. Tren’de yolculuk yapan genç Doktor sayın Cem Kesilmez beyefendi hemen olaya müdahale etmişler. Hani halk arasında bir deyim vardır “İyi olacak  hastanın doktoru başına kendi gelir” mi derler ?
   Allah’tan bu doktor kardeşimizin burada bulunması büyük bir şans vakasıdır kanımca. Bunun da ötesinde yaklaşmakta bulunduğumuz Tarsus Gar’ına geldiğimizde sedye ile bekleyen bir sağlık ekibi beni bir sefer daha mutlu kıldı. Bu irtibatı kuran da yine sayın Doktor Cem Kesilmez’den başkası değildi. Böylesi duyarlı bir doktoru ne kadar övsek azdır. Ayrıca hangi hastaneden geldiklerini öğrenemediğim sağlık ekibini ve ismini bilmediğimiz öğretmen hanımefendiyi de ayrıca kutlarım. İnsanın yardımına insan koşarsa ne kadar güzel değil mi?
  

Esen kalın.